28 Ekim 2011 Cuma
Aradan 8 ay geçmişken.
Pek tabi çok zaman geçti aradan. En son ayağımın alçıdan çıktığı gün yazmışım bir şeyler. O zamandan beri neler değişti tabi. Birincisi artık ne topallıyorum ne de kocaman bir ayağım var. Uzun zaman aldı tekrar normale dönmesi tabi, tekrar koşmaya başlamam, ama şimdi neredeyse hiç sorunum yok. Bunun dışında okulun bir dönemini daha bitirdim ve son döneme geçtim. Her ne kadar 3 ders alıyor alsam da haftaiçi okula 2 gün gider oldum. İş deneyimim bir yılı geçti, toplamda kontrol ettiğim sıfır eşanjör imalatı sayısı 20'yi, tank desen bir o kadarı geçmiştir. Boru hatları, eşanjör retübü, malzeme kontrolü, Ar-Ge derken günler geçiyor. Kız arkadaşım Amerika'ya PHD'ye gitti, Temmuz'dan beri orada. Ben de görmeye gittim bir kere kendisini, hali vakti yerinde. Ve son günlerde de lojmanda bir oda sahibi oldum. Çok hızlı bir özet geçersek bunlar oldu diyebilirim. Ama bunun dışında olanlar heralde ufak ufak yazarak yad edebiliriz daha sonra. Bu arda yakında ablamla İspanya'ya gidiyorum, her ne kadar vizem daha elime geçmemiş olsa da. Hakkında söz edecek çok şey var, bir kısmını kısa zamanda aradan çıkarmak lazım.
4 Şubat 2011 Cuma
Son Durumum
Evet, sonunda alçım çıktı. 6 hafta boyunca her yere götürdüğüm, gece beraber uyuduğum, yediğimin içtiğimin ayrı gitmediği alçımı kese kese çıkarmak zorunda kaldık. Alçım çıktıktan sonra karşımda normal bir bacak olmayacağını biliyordum ama gene de bacağımı görünce şaşırdmadım değil. Bu yazının bir kısmını, ayağı veya bacağı alçıda olup da şans eseri bu yazıya ulaşmış kişiler için yazıyorum.
Bir kere alçım çıktığı zaman şok oldum. Çünkü alçıdan çıkan ayak ile alçıya girmeden önceki ayak arasında çok az benzerlik var. Benim ayağım inanılmaz şiş, yer yer morluklara sahip, olduğundan çok daha fazla kıllanmış, derisi sertleşmiş, kıl kökleri kızarmış, kaslarından eser kalmamış bir halde çıktı. Altında kalın bir nasır tabakası vardı. Tabanı şiş, normalde düz olması gereken topuk, ödem yapıp yuvarlığımsı bir hal almıştı. Ben ayağımı, alçıda olduğu sürece hiç kaşımamıştım; kaşımaya başlaynca kendimi durduramayacağımı biliyordum. Ama gerçekten insan bir kere kaşımaya başlayınca hiçbir şekilde duramıyor, kaşıntıyı da durduramıyor. Ayağıma elimi sürmemle beraber kaşınmaya başladı ve yarım saat boyunca aralıksz kaşıdım. Her yere eski deriler dökülüyor, kıl köklerim acıyordu. Yani aslında ayağım alçıda iken bu kadar hayal kırıklığım yoktu.
Önemli olan bence durumu bir an önce kabul etmek, durumu düzeltmeye çalışmak. Bense bunu beceremedim. Bacağımdaki malleol kemiğinin ucunda doktorların tabiri ile "temiz" bir kırık vardı. Yani daha sonra yürümeme engel olacak bir şey değildi. Ancak o kadar zaman boyunca kullanılmayan bacak da "Deh ya kulum" deyince harekete geçecek hali yoktu. Bunu alçım çıkmadan önce biliyordum. Eklemlerimin sertleşeceğini biliyordum, ağrı çekeceğimi biliyordum. Ama tahmin etmek bir şey, yürürken acı çekmek başka şey..
Ayağımdan alçıyı çıkaran doktor, herhangi bir film çekmedi, ayağımı biraz inceledi. "Bu olmuş" dedi ve iki hafta kadar "tek" kol değneği ile yürümem gerekeceğini, ödemin ise 2 aya kadar ineceğini söyledi. O benim ayağımın iyileştiğini biliyordu. Ama acı çeken ben? Neden röntgen çekmedi, neden daha dikkatli bakmadı, neden beni telkin ve ikna etmedi? Doktor belki hayatında 100. kez böyle bir kırık görüyordu ama benim hayatımda ilk defe (ve umarım son defa) böyle bir şey geliyordu başıma. Ben yürüyebileceğime, kemiğin sağlam olduğuna inanmazsam nasıl çabalayacaktım?
Sonuçta hastaneden iki kol değneği kullanarak çıktım ve eve geldim. Tek kol değneği kullanma çabalarım ise ilk gün baya kısa oldu. (Kol değneği, sağlam olan bacağın bulunduğu tarafta olmalı, sağ ayağınız kırıldıysa ve eğer artık tek değnek kullanacaksanız, sol tarafta kullanacaksınız) Oturup bütün gün kitap okudum, biraz sıcak su terapisi yaptım. Ama yürümeye çalıştığım zaman topuğum ve tendonların ağrıyordu. Hatta bence kırık kemiğim de ağrıyordu.. Neee? Kırık kemiğim mi ağrıyor? Aman yarabbim, ya kaynamadıysa, ya gene kırılırsa, ya tedavi uzarsa? Uff, keşke röntgen çekselerdi. Ben en iyisi şimdilik iki değnek kullanayım.. Ama bir doktora da gideyim... Fizik tedavi de gerekecek mi acaba? Ne zaman tekrar yelken yapacağım? Ne zaman kuzenle Yedigöller'e gideceğim? Ufffff, dedim.
Alçım çarşamba günü çıkmıştı, ama ben cuma gününe kadar tek değnek kullanmayı reddettim. Evde annem, at şu değneğini artık, neden korkuyorsun, iyileşti o kemik dedikçe ben daha çok yuvama çekildim. Çoğu konuda inatçı davranan, zamanından önce büyük işlere kalkışan ben, bu sefer hayatımın en büyük evhamını yaşıyordum.. İnsanlar üzerime geldikçe daha çok köşeme çekiliyordum. Buna daha fazla dayanamadım ve cuma günü bir doktora gitmeye karar verdim.
Cuma günü, yani bu sabah doktora gittiğimde, uzun zamandır en iyi doktorluk hizmetimi aldım. Uzman Doktor Evrim Şirin, benimle oldukça iyi ilgilendi. Yanımda bütün röntgenlerimi götürmüştüm, onları inceledi, daha sonra ayağıma baktı. Bir sorun yok, oldukça iyi kaynamış gibi gözüküyor, dedi. Şişliğin inmesinin zaman alacağını, şu anda bir geçiş döneminde olduğumu belirtti. Yani yürürken ayağım ağrıyacaktı bir miktar ve bu ağrılar kısa süreli olduğu sürece sorun yoktu. Ayağımı kullanmam gerekiyordu, çünkü bu ayağımın eski haline dönmesini sağlayacağını, kullanılmayan ayağın gelişemeyeceğini belirtti. Hafif ağrı olması normaldi. Normal olmayan uzun sancılı ağrıların olmasıydı. Bu durumda dinlenmek, gerekirse tekrar kontrole gelmekti. Yeni, çekilen röntgene baktığında bir sorun olmadığını belirtti.. Fizik tedavi ise iyileşme sürecini hızlandırabilirdi.. Ama şart olmadığını belirtti.
Açıkçası, kendisi içimi oldukça rahatlattı. Eğer acı çekerek yürümem gerekiyorsa, en azından acının yanlış bir şeyden dolayı olmadığını, iyi bir yolsa ilerlediğimi bilmem gerekiyordu ve Evrim Bey'de bunu sağladı. Bundan sonraki dönemde beni iyileştirecek olan şey gene bendim ve yaptığım şeye inanmam gerekiyordu ve ben de kendime inanmaya başlamıştım.
O sıralarda bana ümit veren tek şey, otomatik araba kullanabiliyor olmamdı. Biraz deneme sonunda trafiğe çıkabilmiştim, herhangi bir sorunum yoktu. Hazır araba ile çıkmışken bari bir de arabayı yıkatayım dedim. Oto yıkamamanın tam karşısında bir eczane vardı.. Düşündüm taşındım, illa bir ara tek değnek kullanacaktım değil mi? Doktor, koldan güç alan değneklerin bana şu anda daha uygun olduğunu söylemişti, ben ise hala koltuk altından destekleyen kol değneği kullanıyordum. Bar şu eczaneye gideyim diye yola çıktım. Bence 1 km olan, ama gerçekten 100 metre olan yolu tamamladığımda kol değneği alamamıştım, baya canım yanmıştı, baya terlemiştim, ama kendime inancım artmıştı. Eve dönerken Gold Bilgisayarın önünden geçecektim. Uzun zamandır harici hard disk almak istiyordum, bari onu da aradan çıkarayım diyerek kendime daha uzun bir yürüme zorluğu çıkardım. Hayatımda aldığım en değerli hard diski aldıktan sonra da hastaneye ödeme yapmadan çıktığımı fark ettim ve oraya dönüp gene yürüye yürüye ödememi hallettim.
Şu anda tek değnek ile yürümek için cesaretim ve sabrım var. Kendime inancım da.. Üç saat önceki ben ile şimdiki ben aynı değilim.. Canım acımadan bu bacağın iyileşmeyeceğinden de eminim. Ama buna inanması gereken bendim. Benim aklımda cevaplanmamış sorular, çekilmemiş bir röntgen ve acaba iyileştim mi diye kocaman bir soru işareti vardı. Doktorunuz, çok iyi olabilir, üstünden araba geçmiş bir adamı maraton koşucusu haline bile getirebilir, siz onun milyoncu hastası bile olabilirsiniz, ama hasta olan sizsiniz. Benim tavsiyem, durumunuzu tam olarak öğrenene, aklınızdaki iyi veya kötü her türlü kuşkuyu silecek kadar soru sormaktan çekinmeyin. Hastalık hastası vea paranokyak olmayın ama gene de ikna olun..
Şu ada tek değnekle yürüyorum, 10 gün içinde bu değneği de atacağım. 2 ay içinde kuzenimle trekking'e gidiyorum Yedigöller'e ve gen yakın bir zamanda trimci olarak bir yelkenli teknede seyire veya yarışa katılacağım. Bu sırada büyük ihtimal baya acı çekeceğim ama her iyileşme ve gelişme acılarla oluyor.. Benim durumumda iyileşme: konsatre olmadan yürümek, daha sonra daha hızlı yürümek, koşmak, zıplamak, 30 santimetreden aşağıya hoplamak, dağa çıkmak, yelken yapmak...
Not: Burada sadece kendi durumumdan bahsettim. Benim anlattıklarım, sadece bana özel bir durumu kapsıyor. Benim uyguladıklarımı, doktorunuza danışmadan uygulamayın. Benim dediğim: aklınızdaki bütün kuşkuları cevaplandırın, durumunuzu öğrenin ve yapmanız gerekenleri tam olarak bilin. Burada yazılanlardan dolayı zarar gören kimsenin sorumluluğunu ben veya bu yazıda adı geçen hiçbir kimse üstlenemez.
22 Ocak 2011 Cumartesi
17 Ocak 2011 Pazartesi
12 Ocak 2011 Çarşamba
I would like to tell you all, that you are all actually cyborgs.
www.ted.com'da karşılaştığım bir video. Konuşmacı, tekonolojinin sosyal yaşam üzerine etkisi, çoğul kişiliklilik, sosyal gelişim ve değişim hakkında düşüncelerini belirtiyor. Hoşunuza gidebileceğini düşünüyorum.
10 Ocak 2011 Pazartesi
İstanbul Trafiğine Çözüm
Her gün Maslak'tan Göztepe'ye giden bir kişinin, reklamdaki gibi yolculuk ettiği zaman ne kadar sevinebileceğini tahmin bile edemiyorum.
7 Ocak 2011 Cuma
Sanal Dünyada Kimlik Hırsızlığı
Sanal dünyada bir kişinin yerine geçmek, onun adı altında bazı işlemler yapmak ve daha sonra bütün yapılanların onun üzerine yıkılması ne kolay. O kişinin ismine benzeyen bir mail adresi açmak, bir mesajlaşma kimliği kurmak, CV hazırlamak, iş yerlerine başvurup kötü veya iyi izlenim bırakmak, sahte uçak biletleri almak, tatile çıkmak, arkadaşlarını kandırmak veya sertifika almak. Resmi olmayan ama resmi gibi gözüken kimlik çıkarmak.
Yapılabilecek şeyler aslında sınırsız, olumlu ve olumsuz yönde. İnternette kiminle konuştuğumuzu bilmemizi, kiminle arkadaş olduğumu bilmemizi sağlayan ne ki? Daha önce tanışmadığımız kişiler ile konuşurken onların internetteki kimliği ile mi konuşuyoruz, onların kendisi ile mi konuşuyoruz, yoksa onların kimliğini taklit ettiği kişiler ile mi? Ya tanıştığımız kişiler? Onların kimliklerine hiç değişime uğramadan ulaşabiliyor muyuz internette? Onların sosyal paylaşım sitelerine koydukları fotoğraflar, onların hayatlarının veya tatillerinin tamamını aktarabiliyor mu? Onların içindeki benlik, hiç değişmeden ulaşabiliyor mu bize?
Gerçekliğin bu kadar sorgulandığı bir dünyada bence kendimizi de sorgulamadan geçmeyelim. Biz kendimizi ne kadar değiştiriyoruz sanal dünyaya açılan kapıdan geçerken? Hangi maskeleri takıyoruz, hangi eksikliklerimizi gizliyoruz? Hangimiz ağlayan bir fotoğraf veya çirkin olduğumuz bir gülüşü sergiliyoruz? Neden yurt dışı tatil fotoğraflarımız bu kadar tıklama alıyor? Bunu neden istiyoruz?
Ve son olarak bir şey daha var. Artık önem verdiğimiz gerçekten kim olduğumuz mu yoksa insanların bizi nasıl gördüğü mü? İçimizi doldurmak yerine dışımızı süslemek mi bizi el üstünde tutan veya yerin dibine sokan?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)