25 Şubat 2013 Pazartesi

Around the World in the Sloop Spray- Captain Joshua Slocum

Around the World in the Sloop Spray, aslinda gecen ekim ayinda okudugum bir kitap ama tembellik yuzunden hakkinda iki cumle bir sey yazmayi bir turlu beceremedim. Az sonra gomulmem gerken odevlerime baslamadan once hemen aradan cikarayim istiyorum.



Kitap Kaptan Joshua Slocum tarafindan 1899 yilinda kaleme alinmis. Kaptan Slocum, uzun yillar boyunca, daha buharli gemilerin yayginlasmasindan once, yillar boyunca Afrika, Amerika ve Asya arasinda ticatri gemiler ile mekik dokumus. Hayatinin bir cogunu denizlerde gecirmis, firtinalara ve uzun yollara bana misin dememis. Emekli olma zamani gelince, kendi tasarimi ile insaa ettigi "Spray" teknesi ile dunyayi dolasmaya karar vermis. Verdigi bu karar neticesinde, otopilota bile ihtiyac duymayacak kadar dengeli, okyanus firtinalarina karsi koyabilecek kadar saglam 11.2 metre uzunlugunda bir yelkenli insaa etmis.


24 Nisan 1895 yilinda, Boston'dan demir alan Spray'in yolculugu, 27 Haziran 1898 yilinda Boston'a gelmesi ile son buluyor. Bu sirada, doguya giderek once Avrupa'nin bati kiyisinda, oradan Cebelitarik'i gecerek Ispanya'ya daha sonra Guney Amerika, Avusturalya, Afrika ve Asya'ya uzaniyor. Yaptigi dunya turu sirasinda, tuttugu sayir defteri ile hicbir navigasyonel sikinti yasamiyor. Ziyaret ettigi ulkelerin ve somurgelerin yoneticileri ve komutanlari ile yemekler yiyip, kendini yerlilere karsi korumak zorunda da kaliyor. Yaptigi bu dunya turu ile Kaptan Joshua Slocum, dunyanin etrafini yelken gucuyle tek basina dolasan ilk insan oluyor.


Denizciligin artik daha kolay ama bilgisizlikten dolayi da bir o kadar da zor oldugu su donemde yelken yapan herkesin okumasi gereken bir kitap. Ben kitabin 1899 yilinda cikmis olan ilk baskisini okuma sasi buldum ama kitabin yeni baskilari hala mevcut.Ancak dikkat edin, kitaba bir kere basladiniz mi, kitap kendini bitene kadar okutuyor..

Son bir bilgi, Kaptan Slocum, gezisine basladigi yere geri donup, teknesini sergileyerek ve kitabini basarak bir miktar para kazandiktan sonra, tekrar dunya turuna daha cikiyor. Ancak, okyanus gecisini basladiktan sonra kendisinden bir daha hic haber alinamiyor.

17 Şubat 2013 Pazar

İyileşmiş Olan Bacağımın Durumu

Üzülerek kabul etmem gerekiyor ki blogumun en çok okunan yazısı, alçım çıktıktan sonra yazdığım yazı. Bu konuda facebook üzerinden veya e-mail yoluyla çok fazla soru aldım. Soru soranlar genelde ayağı/bacağı alçıdan çıktıktan sonra benimkine benzer sıkıntılar çekenler. Bu sorulara teker teker cevap vermek yerine buraya bir kez daha yazıyorum, heralde başka sorulara bundan daha iyi cevap veremem. Benim durumum ile sizinki aynı olmayabilir, o yüzden tamamen kişisel deneyimlerimi paylaşma amaçlı yazıyorum. Benim yaptığımı yapıp sonra beni dava açmaya da kalkmayın, ona göre, sorumluluk almıyorum.

24 Aralık günü, yolda yürürken kaldırımdan düştüm ve sağ bacağımın fibula kemiğini, bileğe çok yakın bir yerden kırdım. Bacağımın kırıldığını kabul etmeyip, doktora gitmeyi 1 gün erteledim ama sonuç aynıydı, kemik kırılmış ama yerinden oynamamış. 6 hafta alçı içinde, arada sırada film ile kontrol edilerek nekahet süresinin geçmesi beklenecekti. Bu süre içinde, arada sırada ağrılar sızılar oluyordu ama özellikle 4. haftadan sonra, eğer ayakta fazla kalmıyorsam herhangi bir şikayetim olmuyordu. Ayrıca çok önemle belirteyim, bacağım alçıda iken zerre kadar kaşımadım, zerre kadar da kaşınmadı. Bacağım alçıdan ne zaman çıktı, ne zaman o kuru deriye bir kere tırnak sürüp o deriyi üzdüm, işte ondan sonra iki hafta boyunca bacağımı kaşıdım.

Alçıdan çıkar çıkmaz: O çirkin bacak heralde benim değildi. Bütün bacak çok fazla zayıflamış, kalça kaslarım dahil. Deri kurumuş, topuk ve bilek şişmiş. Normalde düz olması gereken ayak topuğu, kullanmamaktan yusyuvarlak olmuş. Bu halimin detaylarını işte şu linkte anlatıyorum. Tıklayınız.

Fizik tedavi sonrasında: Ben, iyileşme dönemimi hızlandırmak için Acıbadem Hastanesi'nde fizik tedaviye başladım. Toplamda 15 kere gittim. Bana öğrettikleri germe ve esneme hareketlerini ve fazlasını aksatmaksızıj yaptım. İlk başta soğuk terler dökerken yavaş yavaş gelişme gördüm ve keyfim yerine gelmeye başladı. Fizik tedavi sonrası aynı hareketlere devam ettim. Sıkıntım genel olarak bileğimde idi, ödem yüzünden harekette kısıtlama vardı. Ancak bu kısıtlanma gittikçe azaldı. Bu sırada en iyi egzersiz, artan tempoda kondisyon bisikleti bence. Üst bacağı çalıştırıyor ve farkında olmadan çok şahane bir bilek hareketi yapıyorsunuz. 

Alçı çıktıktan 1 ay sonra  normal bir insan gibi yürür oldum. Koşmak için biraz daha beklemem gerekti. Sanırım 2.5 ay sonra hafif tempo koşabiliyordum ama gene de arada sırada kırılan bölge sızlıyor, kendini hatırlatıyordu. 3 ay sonra ilk yelken yarışına katıldım, 8-9 ay sonra neredeyse hiçbir şeyim kalmadı.

Şu anki durumum: Şu anda durumum gayet iyi. Arada sırada hala esneme hareketi yapıyorum. Çömeldiğim zaman iki bileğim eş açıda durmuyor bazen ama esneme hareketleri ile olması gereken haline geliyorlar. Spor konusunda hiç kısıtlamam yok. Çok fazla hoplayıp zıplarsam, çok hafif sızlama oluyor ama bahsetmeye değmez. Yani bildiğin normal insan gibiyim.

Bu arada şunu da belirteyim, herkesin durumu tabiki farklıdır. Fizik tedavi sırasında ne hastalar gördüm. Ama azim ve inanç en önemlisi. Benimkisi trişka bir kırık. Ama imkansız denilen şeyleri yapabilen çok insan var. Sizlere de çok geçmiş olsun diyorum. Umarım bundan sonra hep sağlıklı ve sıkıntısız günleriniz olur. Ben dersimi aldım, artık bir şey dilerken önce hep sağlık diyorum. Sağlık baş hoşluğu :)

Gene Uzun Bir Ara Oldu..

En son bir şeyler karaladığımdan beri gene 4 ay olmuş. Gelişme var aslında, daha önce yıllar geçiyordu.

Kasım'dan beri baya fazla şey yaptım aslında. Aralık ayının başında finallerimi bitirdim, bütün derslerimi geçip bir oh çekip, İstanbul'a giden uçağıma atladım. Amsterdam'da 12 saat kaldıktan sonra (ne yazık ki tamamı havaalanında) aileme kavuştum. Haliyle özlemişler tabi. Bir ay boyunca hem ailem he de arkadaşlarımla tatil yaptıktan sonra geri döndüm. Annem, çok fazla kilo verdiğime haliyle inandığı ve en sonunda beni de ikna ettiği için, durmadan yemek yeme, zamanlı zamansız tıkınma alışkanlığı edindim. Benim de gelmemi bahane bilerek, erteledikleri bütün yemekleri yapıp, gitmeden istedikleri bütün restaurantlara gittik. İstanbul'da olduğum sürede, iki kere kar yağdı, İstanbul trafiği tabiki felç oldu. Hiçbir şekilde değişmemiş, hatta oldukça kötüye gitmiş.

26 Aralık olan doğum günümü çok şükür bir tarafımı kırmadan tamamladım. (Bkz. 2010 Aralık tarihli yazılarım). Yılbaşında Semih ve Özge tarafından ağırlandık, ağırlaştırıldık. Çok ama çok uzun zamandır bu kadar çok yediğimi hatırlamıyorum. Özge ve Semih'e daha çok misafir gitmeli ki biraz bu konuda yorulsunlar, bütün hınçlarını, puanlarını harcamaları gereken alışverişçiler gibi yılın son günü gelen arkadaşlarından çıkarmasınlar. Heralde iki gün yemek yiyememişimdir oradan kaçtıktan sonra.

İstanbul'da olduğum sırada iki kere yazlığa gittim. Hava oldukça soğuk olduğu için şömineyi iyice harlandırdık. Kışın da evi ısıtıyormuş yani sıkıntısız. Bahçe tabi yapraksız ağaçsız kalmış ama yakında canlanmaya başlar heralde. Kediler gene hep ortalıkta. İki kere mangal yaptık, ikisinde de donduk. Bir daha kışın mangal yaparsam, mangalın başında ben durmayacağım, haklarımı savdım diye düşünüyorum.

Tüpraş'ı ziyaret etme fırsatı da buldum bir kere. İnsanlar hala beni hatırlıyor, hala masalarım (!) boş, yerim dolmamış. İyi mi kötü mü acaba? Hakkı Usta'nın yemeklerini mideye indirip, Serkan'ın dolabını boşalttım. Ahmet'le Emre sağolsunlar beni Yatırımlar'da iyi ağırladılar.

Ablam Mine de yakın zamanda istifa edip iş değiştirme arasında olduğu için benim kadar avare gezebildi. İkimiz de turist gibi takıldık durmadan. Ben sanırım ondan daha turisttim ama şidi düşünüyorum da Sultanahmet eksik kaldı.

Bir aya yakın bir süre anne yemeği yiyip hafif naz yapmış olmakla beraber, dönünce kendime nasıl bakacağımı düşünmüyor değildim ama insan kendi başına kalınca hallediyor bir şekilde, geldik alıştık hemen. Annemden bu sırada bolca çorba ve yemek tarifi de aldım, kırmadı beni sağolsun, bütün sırlarını döktü ortaya.

12 Ocak'ta Houston'a geri döndüm. İstanbul soğuğundan sonra garip geliyor tabi. Hemen evi toparladım, alışveriş yaptım. 14 Ocak'ta da okul başladı zaten. İstanbul'a gitmeden önce büyük bir böcek problemem vardı. Teyzemin yolladığı ilaç ve benim İstanbul'a gitmeden önce kullandığım ilaç sayesinde artık esamesi yok. Oh olsun onlara..

Okul bildiğiniz gibi. Bu dönem üç tane ders alıyorum, bir yandan da hocaya çalışıp ekmek paramı çıkarıyorum. Karnımız doyuyor. Ofiste yerimi değiştirdim, artık pencere kenarındayım. Bir yandan içim ferahladı ama bir yandan da her gün dışarıda mis gibi havayı görünce içim sıkılıyor arkadaş. Genelde bir yerden sonra kaçıyorum.

Yakın zamanda bir araba veya motosiklet alacağım, ucuz araba alırsam ikisini birden. Kefenin cebi yok ya arkadaş. Bugün güzel bir ilan vardı, 13500 dolara Subaru Outback. 50.000 milde. Baya da yakışıklıydı ama o kadar harcamayı planlamıyorum şimdilik. Sağolsun Sena arabasını kullanmama izin veriyor, okula bu aralar ya onun arabası ile ya da otobüs ile gidiyorum. Ama araba rahatlık ya, o gelmeyen otobüsleri beklemek baya sinir bozucu olmaya başlamıştı.

Bu dönem ders konusunda bir sıkıntım/güzelliğim var. Salı-Perşembe, dersim saat 5.30'da. Ama okula da 9'dan sonra gidince park yeri bulmak çok zor. O yüzden sabahtan gidiyorum, bütün işimi hallediyorum, öğleden sonra havuza gidip 40 dakika kadar yüzüp, duş alıp, derse gidiyorum (Evde sıcak su da harcamayıp tasarruf ettik iyi mi). Haftada 3 gün spor yapmaya çalışmam bence beni yakında Brad Pitt formuna sokacak (yersen).

Şimdi de boşboğazlık yapıp akşam vakti, dondurulmuş pizza yiyorum (Blogu yazarken biraz yakmışım ama bir şeycik olmaz) . Aslında bugün için balık ve çorba planlarım vardı ama arık onlar hafta içine kaldı. Tavuğun buzunu saldırdım, yarın sebzeli patatesli tavuk var. Çorba olarak da mısır unlu çorba heralde..

Bir de hemen ekleyelim, yarın bizim ofisin pikniği var. Nasıl olduysa bir anda 22 kişi olduk, organizasyon da genel olarak bana kaldı. Yüzümüz kara çıkmasa bari. Tahmin de doğru, gelenlerin çoğu erkek. Sena da geliyor. Bizim ofistekilerin çoğu Sena'yı çok merak ediyor, yarın büyük gün.

Bu yükü de üzerimden attığıma göre artık rahatlayabilirim. Oh miss.. Yarın akşam pikniği yazarım, piknikte yemeğimiz Helal Tavuk Çöp Şiş. Evet, çok dindar Tunuslu arkadaşlarım var. Az sonraaa....


28 Kasım 2012 Çarşamba

Tabi İçinden Pil Çıkmaz

Bugün resmen bitmek bilmedi. Sabahtan akşama kadar eve gideyim de etiket yazdırıcıma rahat rahat bakayım dedim. Abartmayalımi eve gelince önce fırında patatesli tavuk pişirdim, sonra onu yerken bir bira içip biraz televizyon izledim. O sırada açtım aleti bir baktım, 6 tane ince pil istiyor. Kardeş ben bu alete zaten 10 dolar verdim, 6 tane ince pil nerden baksan 3 dolar. Kendi fiyatının %30'u.

He bir de etiket fiyatlara bakayım dedim. Her aşkın bir bedeli vardır. Etiketin 30 feet'i, yani 10 metresi 17 dolar. Al başına belayı..

Bir şeyler yazdırayım, anlatacağım daha...

Şimdi biraz ders çalışacağım. Bugün çok şey yazsam da şimdilik bu kadar...

27 Kasım 2012 Salı

Sonunda Yıllardır İstediğim Bir Şeyi Aldım!!!!

Uzun ama uzun ama uzun zamandır kendime almak istediğim ama almaya değer bulmadığım, paraya kıyamadığım ama içimin hep gittiği, kendimi "Mete, saçmalama n'olursun, ne gerek var, saçma sapan bir şey o!!" diyip sonra da "Tamam tamam üzülme, zamanı gelince o da olur, hadi bakalım" diyerek telkin ettiğim şeyi sonunda ALDIMMMM. Evet, baya ama baya mutluyum, tahmin bile edemezsiniz. İşte o aldığım muhteşem, canımın parçası şey şu:

ETİKET BASMA MAKİNESİ

Hayır bakkalda çalışmıyorum, hayır laboratuarda kimyevi madde etiketlemeye ihtiyacım yok(Baba, el koymayı düşünme :) ) ama yıllardır hep etiketleme makinem olsun istemiştim. Nedendir bilinmez, işaretliyim, sistematiik olayım, yazım da çirkin zaten diye hep içimden geçmişti. Sonunda buldum indirimi (Şükran Günü sağ olsun) $30'lık makineti 10 dolara aldım, deli gibi de mutlu oldum. Ne yazık ki tam şu anda bir şey basamıyorum çünkü caniler içine pil koymamışlar. Buradan bütün elektronik alet üreticilerine sesleniyorum: pille çalışan bir şeyi satarken içine pil koymazsanız, bence marka imajınızı oldukça fazla zedeliyorsunuz. Pil nereden bulacağım şimdi?

Neyse, pil yok diye üzülmeye gerek yok, alırız, dert değil. Ama aşağıdakine benzer etiketler yazdırmaya başladığım anda birkaç tae koyacağım. (Dil öğrenmek için de birebir, bakalım Rusça'sı var mı? Göz alışkanlığı olur)



Tatil ve Alışveriş Sezonu

Amerika'da yaşayanlar, ekonomiyi nasıl canlı tutacağını gayet iyi biliyorlar (tabi paraları da yok değil). Bir yandan dini bayramlar, bir yandan milli bayramlari bir yandan da yapma bayramlar derken durmadan bir parti, alışveriş, harcamai hediye etme havası başlıyor 1 Kasım itibari ile... Bütün bu harcama, hediye etme, yemek yeme havası 25 Aralık'a kadar son bulmuyor. Şimdi biraz detayına girelim.

1 Kasım, Cadılar Bayramı, aslında Meksika'nın Ölüler Günü'nden özenilerek Amerikaya'ya uyarlanmış bir yapma bir bayram. Cadılar Bayramı ve öncesinde adet, bir kostüm ve uygun bir makyaj ile olmadığın biri haline gelmek. İşin içine kostüm, makyaj ve biraz da yaratıcılık girince, tabiki her türlü kılıkta insan görülebiliyor ortalıkta. Kostümler, iPhone, Scrabble, Minik Kuş, yapma muz, polis, hemşire gibi şeylet olabilirken sadece makyaj ile zombi kılığına da girilebiliyor. Tabi olay sadece kostümden ibaret değil. 


Her yer bal kabakları ile süsleniyor, her yere korkutucu örümcek ağları, ölü böcek ve fare sahteleri konulup sis makineleri ile efektler yaratılıyor. Bahçeli evi olanlar bu konuda birbirleri ile yarışıp, en iyi bütün bir sene kendini iyi hissediyor. Bir yandan da meşhur partiler var tabi. Cadılar Bayramı'na en yakın olan hafta sonunun cumartesi akşamı, festival havasında geçerken herkes bir bardan diğerine kostümleri ile geçip, barların hazırladığı Cadılar Bayramı temalı içecekleri yuvarlayıp sabaha kadar eğleniyor. Ama işin kilit rezilliği şu: eğer sabaha kadar eğlenip sonra geceyi başkasının evinde bitirmeye karar verip ertesi gün öğle vakti kostümünüz ile eve dönmek üzere yola çıkarsanız, işte o zaman "Hall of Shame"e katılmış oluyorsunuz :)


Cadılar Bayramı ile başlayan tatil ve harcama sezonu, daha Cadılar Bayramı'nın ertesi günü başlayan Şükran Günü  reklamları ile tam rotasına ve hızına kavuşuyor. 24 Kasım'da olan Şükran Günü, Amerikalıların Amerika kıtasına ilk taşındıkları zaman, Yerlilerin kendilerine hindi ikram etmeleri nedeniyle duydukları şükranı hatırlama günü. Şükran Günü resmi tatil ve herkesin evinde bütün ailesini toplayıp, hep beraber sahip oldukları şeyler için şükran duyması bekleniyor. Gelenek olarak hindi pişiriliyor. Bu günde, öğrencileri, yabancıları ve fakirleri de beslemek ve doyurmak gelenek olduğu için, yemek öncesi yardım sever bir hava geziyor sokaklarda. 


Şimdi diyeceksiniz ki Şükran Günü'nde harcama nerede? Alışveriş çılgınlığının düşük boyutlusu, sofra kurarken görülüyor. Sofrada bulunan yemek, genellikle sofra etrafında bulunanların da yakın akrabalarını doyuracağı kadar fazla oluyor. Dolayısyla Şükran Günü'nde önce Migros benzeri alışveriş mekanları tıka basa oluyor. Ama asıl çılgınlık "Black Friday" ve "Cyber Monday" olarak geçen Siyah Cuma ve Siber Pazartesi günleri yaşanıyor. Black Friday'de, bütün mağazalar şaşırtıcı, dudak uçuklatıcı, insanı çıldırıtıcı indirimler yaparak herkesi alışverişe teşvike diyor. Noel'de herkese hediye almanın da şart olduğu düşünülürse, böyle fırst kaçmaz diyen herkes, kendini bu çılgınlığa bırakıyor. Bazı mağazalar daha Şükran Günü'nün akşamı saat 10'da açılıyor. Diğerleri ile sabahın erken saatlerinde. 


Her türlü mağazaların önünde açlıktan çıkmış gibi bekleyen muntazam kalabalık oluyor. İnsanlar genelde alışveriş merkezlerine 3-4 kişi gidip, yanlarında telsiz götürüp, 3 kişi koştur koştur 100 dolara 40 inç LCD almaya çalışırken, sonuncusu da kasa sırasına geçiyor. 


Cyber Monday ise, Black Friday sonrası gelen pazartesi, internette indirimlerin görüldüğü zaman. Black Firday benzeri, gene %40-%50 indirimlerin çok rahat görüldüğü, kargonun bedava olduğu zaman dilimi. İnsanlar sabahtan bilgisayar başına oturup, en iyi fırsat nerede araştırıp en ucuza en çok istedikleri şeyi almak üzere her şeyi yapıyorlar. Özellikle istediğiniz bir şey varsa, aslında kaçmayacak fırsat. (Bu cümle ile kendi durumumu anlatmaya hazırlıyorum sizleri. Gerçekten hepsine ihtiyacım vardı, hepsini gerçekten uzun zamandır araştırıyordum)

Her ne kadar çok fazla paçayı kaptırmamış olsam da ben de ne yazık ki nasibimi aldım bu alışveriş çılgınlığından. Tam bu ay sonu artıya geçtik, cepten yemedik diyecektim ki bir baktım o da ne... İşte benim çetere:
  • Traş Makinesi
  • Bluetooth bağlantılı araç telefon kiti
  • Etiketleme makinesi
  • Sena'nın çok istediği bir hediye
Aslında düşündüğüm kadar çok değilmiş. (Heralde faturalar ile üst üste geldi :) )

Alışveriş sezonu tabiki bitmedi. Şükran Günü'nün hemen ertesinde Noel sezonu başlıyor. Noel (Christmas) Hristiyanların dini bayramı. Çoğu iş yerinin 2-3 gün resmi tatile girdiği, herkesin birbirine hediye verdiği, çam ağaçlarının ve evlerin deli gibi süslendiği, Noel Baba'nın çatıdan içeri daldığı zaman dilimi. Daha şu Christmas için süslemeler ve ilgili reklamlar ve yıl sonu kampanyaları başlamış durumda. (Bak şimdi baktım, Eddie Bauer hala %40 indirimde, ama bir şey ihtiyacın yok Mete, hepsi dolap kalabalıklığı) 

Mağazalar büyük indirimlerine tekrar başlayacak, arabalarda indirimler tepeye çıkacak ve alışveriş çılgınlığı küçük bir soluklanma sonrası devam edecek.


Chrismas bir yandan gene toplanma, hatırlama ve evde huzuru bulma zamanı. Herkes birbirine kart atarken, "Merry Christmas" diyerek birbirine de mutluluk ve sevgi aşılamaya çalışıyor. Noel günü olan 25 Aralık'ta kilisiye gitmek tabiki bir gelenek.

Yaklaşık iki ay süren bu alışveriş, kutlama ve hatırlama sezonundan minimal ekonomik darbe ile çıkmak herkesin harcı değil. Verdiğinden çok hediye almak, hep almak istediğin şeyi tam o sırada indirimden almak bu işin bence iki kilidi. Ama gene de hiç ama hiç kolay değil :) Denedim. 

Bir yandan da ekonomi inanılmaz hızlanıyor. Her yerde para harcama olduğu için para deresi akıyor, çark dönüyor, un öğütülüyor ve karınlar doyuyor. Tabiki insanların en başta harcayacak paraları da var. Olmasa bile, parası az da olsa bir şekilde ya yardım görüyor bu iyilik sezonu içerisinde ya da kendince ufak da olsa kutlama yapıyor. 

Toplamak gerekirse, Ekim ortasından Aralık sonuna kadar Amerika'da neredeyse her yer (evet kar yağmadığı halde Teksas'ta da Noel'i kutluyoruz) neşe, sevinç, kutlama ve şenlik ile kavruluyor. Belki de Amerika'da geçirilecek en güzel zamanlardan biri, tabiki yerlisi olarak. Yoksa Noel'de ve Şükran Günü'nde dışarıda bir kahve içeyim, yemek yiyeyim derseniz, işte o zaman biraz aç kalırsınız, benden söylemesi :)