31 Ekim 2010 Pazar

Yakıt ve Enerji Teknolojileri

Daha önce söylediğim gibi bir yandan çalışıyor, bir yandan da tezsiz master öğrencisi olarak okula devam ediyorum. tezsiz master'ın normal master'dan farkıi derslerin akşam saat 17.00'dan sonra ve hafta sonları olması. Ayrıca normal master'da bitirmek için bir konuda araştırma yapıp tez yazmanız gerekiyor. Bu master'da ise öyle bir durum yok, tez hariç her şeyi yapıyorsunuz, sonra da diplomanızı alıyorsunuz. Diğer farkı da bir miktar ücret ödemeniz gerekmesi.

Benim devam ettiğim master'ın adı Yakıt ve Enerji Teknolojileri. Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği tarafından açılmış, nispeten yeni bir program. İncelediği konular ise enerji kaynaklarının temelleri, işlenmesi ve alternatif enerji kaynaklarının kullanımı. Enerji dalına yönelen bir kişinin ilgisini çekebilecek konular. Üstelik bir de o kişi bir yandan çalışıyor ise.

Bu program hakkında daha detaylı yazacağım, artı ve eksi yanlarıyla. Çünkü program fazla bilinmiyor ve bu programa katılmayı düşünen kişilere bu bilgileri borçluymuşum gibi hissediyorum. Şimdilik sadece linki veriyorum.
Sonradan eklenti: Bu master'dan çıkınca yüksek mühendis olamıyorsunuz ama MSc. yapmış oluyorsunuz. Yani Master of Science (Bilimin Efendisi) haline geliyorsunuz. Hani olayın sıfatını merak edenlere duyurulur.

Akıl Kübü

Akıl kübü, yaklaşık 10 cm kenar uzunlupua sahip bir kübün her yüzünün hareket ettirilebilir dokuz parçaya bölünmesi ve her yüzünün farklı bir renge bölünmesi ile oluşuyor. Kübün her üçte birlik dilimi, kübün kalanına göre kendi ekseni etrafında döndürülebiliyor.


Bir ara ben de baya uğraşmış, elimden düşürmez hale gelmiş, elimden almaya çalışanlara hınç ile bakar olmuştum. Ama tam olarak çözmem hep çok uzun bir süre alıyordu. İnsanların videolarına baktığımdan şıpır şıpır yaptıklarını görüyordum ama çözemiyordum. Ta ki Sena bana bu linki yollayana kadar.. Bir gün oturup denemem gerekecek, acaba denildiği gibi en komplike akıl kübünün bile yirmi hamlede çözülüp çözülmediğini görebilmek için..

Haberdar edeceğim. İşte çözümün linki:

26 Ekim 2010 Salı

Bir Dönüm Noktası

Uzun süredir elle tutulur bir yazamadım ama aslında yazacak çok şey oldu.

Öncelikle temel öğrencilik hayatım bir süreliğine (belki tamamen) son buldu. Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisi öğrencisi olmayı bırakıp mezunu haline geldim. Artık “Okul bitince … yapacağım..” diye devam eden cümlelerimin gerçekleşme zamanı geldi, iş arama, hayat tarzında değişiklik yapma, sorumlulukların tamamen kendine dönme zamanı çattı..

Uzun süren bir yaz tatili ve “Ben ne yapacağım? Ne işle uğraşacağım? Nasıl bir işte çalışacağım?” soruları ile kendimi kemirdiğim bir dönemden sonra yaz başında başvurduğum Tüpraş’tan olumlu cevap aldım ve şu anda Tüpraş’ta üçüncü haftamdayım.

Bir yandan da Tüpraş ile Boğaziçi Üniversitesi’nin beraber yürüttüğü Yakıt ve Enerji Teknolojileri adı altındaki Tezsiz Yüksek Lisans programına başladım.. Program enerji teknolojileri ve sistemleri hakkında genel bilgi vermeye çalışıyor; ne tamamen teorik, ne de tamamen pratik. Normalde çalışmayan bir kişi için oldukça kolay bir program iken, bir yandan çalışırken yürütmek o kadar kolay olmuyor..

Rutin programım nasıl peki? Hafta içi Pazartesi ve Salı günleri 17.00-20.00 arası ve Cumartesi günü 10.00-17.00 arası Boğaziçi Üniversitesi’ndeyim. Derslerim mühendislikte. Normal günlerde ise genellikle 18.30 civarında İstanbul’un çoğu yerine varmış oluyorum. Gün içinde telefonla görüşmek zor ama gene de mesaj atmayı deneyebilirsiniz..

İşe başladığımdan beri hafta sonu etkinliklerim ise aralıksız devam ediyor.. Onlardan da kısa zamanda bahsedeceğim.

Şimdilik bu kadar,

Sevgilerle kalın…

6 Ekim 2010 Çarşamba

Türkiye'de Pankart Açmanın Cezası


Türkiye'de haklı olsanı haksız da olsanız devletin herhangi bir kurumuna karşı gelmeniz, genelde sonuçlanmız. Ya vaka uzar da uzar ya da öyle yerlere sürülür kü sonucunu anlamak bile uzun zaman alır. Ama hele bir de bir devlet şahısına karşı pankart açarsanız, yaptıklarını haksız bulursanız, onun hakkında yorum yaparsanız, alacağınız cevap tam olarak yaka paça götürülmeniz olacaktır. Hem de bağırmayın diye ağzınızı da kapayarak..


3 Ekim 2010 Pazar

Uzun bir ara ve Trilye Yarışı

Ben blog yazmayalı uzun bir ara oldu gene, en son canımın sıkkın olduğu bir anda bir anda bir şeyler karalamışım. Ama şimdi bunu kendıume telafi etme amacıyla biraz Triye Yarışı'ndan bahsedeceğim.

Trilye Yarışı Eylül'ün genelde ilk haftasında olan bir yat yarışı. Tahmin edileceği gibi içerisinde Trilye'nin de olduğu bir rota. Trilye ise Mudanya'nın tekne ile 1 saat batısındaki bir köy. Geliri heralde turizm ve zeytin bağları, şahsen ben bol miktarda turistik restoran, zeytin yağı satan teyze ve de yarış zamanı pahalılaşan otel gördüm. İnsanlar genelde "Uff çok güzel eski binaları var, çok şirin bir yer" diyor ama nedense şu ana kadar aynı fikre kapılamadım.

Aşağı Yarışı'ndan döndüğümüzden beri neredeyse hiç adım atmadığımız Korza ile bu yarışa katılmaya karar veriyorum ama önce tekneyi biraz elden geçirmek, üzerine de çil yavrusu gibi saçılmış ekibi toplamak gerekiyor.

Aşağı Yarışı'ndan dönüldüğünden beri tekneye neredeyse hiç adım atmadık. Üstüne üstlük teknenin altı da yarışa gitmeden önce yıkandığı için zehirli boyanın etkisinden tamamen sıyrılmıştı. Teknenin altını temizlemek ve yeni kat zehirli boya sürmek gerekiyor: bu yüzden Gürhan Abi ile Pendik Marina yoluna koyuluyoruz. Pendik Marina'ya giderken durumun vahimiyetini anlıyoruz çünkü normalde motorla 8.5 knot yapan tekne, altındaki tarla yüzünden 6.0 knot belki yapabilir hale gelmiş. Hele bir de teknenin altını gördüğümde ben baya şok oldum. Teknenin altı iki santim kalınlığında börtülerle kaplanmış.

Teknenin altı yıkanıp zehirli boya atıldıktan sonra geriye ekibi toplamak kalıyor. Hemen bir mesaj atıyorum, kimler hafta sonu müsait diye.. Aldığım cevap içler acısı, kimi tatile gitmiş, kiminin işi gücü çıkmış. Ortaya 7 kişi bile zor çıkıyor. Ama Orman'cığımız arkadaşları ile konuşmuş, oradan da 3 kişi gelecekmiş. Hesap kitap derken "Hallederiz yahu" diyoruz ve yarış için hazırlığımızı neredeyse tamamlamış oluyoruz.

Trilye Yarışı'nın rotası ve planlaması ise bence biraz can sıkıcı. Cuma akşamı Kalamış'tan start, Digavzing iskelede. Neandros adası sancakta, sonra ver elini Trilye. Neandros'a kadar gitmek yolu 15 mil kadar uzatıyor. Trilye ise coğrafi açıdan rüzgarsız bir yerde. Dışarda fırtına kopsa bile Trilye'ye yaklaştıkça hava birden düşüyor, fırtına sonrası sessizlikte kalabiliyorsunuz. Dönüş ise pazar günü Mudanya'dan veriliyor. Direk Kalamış olarak.. Gidişte genelde cuma gece bitiş çizgisi görüldüğü için cumartesi bütün gün "Trilye'nin bütün güzelliklerini doyasıya" yaşayabiliyorsunuz. Genelde alkol eşliğinde.

Hava durumuna baktığımda havanın biraz sert olacağını görüyorum hafta sonu için. Normalde beni biraz daha gergin yapan bu durum nedense bu sefer çok iredelemiyor. Ama az kişi, üstelik as ekibimizin eksikliğinde tekneye ayak basınca yarışın çok da kolay geçmeyeceğini anlıyorum. Herkes tekneye binince marşa basıyoruz, biraz da dışarıda dolaşalım diye. Dışarı çıkıyoruz, rüzgar göstergesi 17-20 knot arasında dans edip duruyor. Start yaklaşırken cenova ve balonları hazırlıyoruz.

Saat tam 19.00'da başlangıç düdüğü ile ileri atılıyoruz, ver elini Trilye.. Hava kuzey doğudan güzel güzel eserken Digavzing yolunu tutuyor, oradan bir tramola ile Neandros'a doğru orsa- dar apaz arası bir seyire geçiyoruz. Ben bu sırada durmadan şikayet ediyorum, teknenin en genci olmanın verdiği şımarıklık ile. Ama bana rağmen keyifli bir hava var teknede. Bir ara öne doğru gidiyorum, balonu donatayım diye. Tam burundayken denize baktığımda şok oluyorum: Burunun altında beyaz bir torpil... Aklım karışıyor, korku ile "Ulan galiba salma koptu, ama nasıl önümüze doğru gelir, batacak mıyız, ben mi yanlış görüyorum, yahu torpil kopsa nasıl önümüze geçecek, nasıl hala apaz gidiyoruz?" diye saçmalarken o nesne bir anda hareket ediyor: çok şükür yunusmuş.. :)

Adayı dönmüş, balonumuzu basmış güzel güzel ilerlerken havanın baya artmaya başladığını gördük. Bizim üzerimizde büyük sert hava balonu var, hava 25-30 arası esiyor, dalgalar büyüdükçe de hızımız artıyor. Bir ara bir baktık hızımız 19-20 gibi bir rakama ulaşmış. Tamam dedik, saat daha 21, heralde 23 gibi oraya varırırz. Her ne kadar erken konuşmayı sevmesem de bu cümleyi de sarf etmiş bulundum, biraz erken..

Bir süre daha o şekilde seyir yaptıktan sonra, havanın daha da sertlemesi üzerine balonu indirmeye karar verdik. Tam bu konuda hareket etmeye başlarkan bir baktık ki balon kendi kendine denize iniyor.. Meğer balonun mandar yakısı kopmuş, balon tamamen denize inmeye başlamış. Bunun üzerine herkes bordaya sıralandı, balık ağı çeker gibi balonu denizden almaya başladık. Bu sırada ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama balondu, mandardı derken baya yorulduğumu hatırlıyorum. En sonunda cenova ile seyir yapmaya başladık ama moraller biraz düşüktü.

Bir sürelik şoktan sonra kendimize geldik ve hadi bari küçük sert hava balonunu basalım dedik. Hava da zaten düşmeye başlamıştı. Balonu basmamız ile gene güzel bir havay girdik, gene güzel hızlar görmeye başladık.. Gene yolumuzda idik.. Bir süre öyle devam ettikten sonra Trilye Yarışı'nın en güzel kısmı başladı: Havasızlık... Trilye açığındaki burunu geçer geçmez hava aniden düştü, biz de durmadan yelken değiştirmeye başladık. Bir o yandan, bir bu yandan gelen havaya ya sabır çektik, "hadi be yarış, hadi be hava" diye diye bitiş çizgisine yanaşmaya çalıştık. Yaklaşık bir saatlik bir uğraştan sonra yaklaşık 01.00 gibi bitiş çizgisini geçtik.. Hemen tekneyi toplamaya koyulduk ki bir çabuk bira içebilelim..

Normalde bu yarış, bizim için erken bittiği için bütün cumartesi gününü TRilye'nin uçsuz bucaksız güzelliklerine ayırabildik. Tabi Trilye çok büyük bir yer olmadığı için mekanlarda "bir miktar" bekleme oluyordu. İçimizden bazıları Trilye'nin doğal güzelliklerini doyasıya gezmeyi tercih etmiş olsa da bizim tekne, canı sıkılan her erkeğin yapacağı şeyi yaptı, bir bira açtı, devamını getirdi. Öğleden sonra Mudanya'ya ödül ve açılış töreni için gitmemiz ise ayrı bir olay. Gene de bunlar akşamleyin yediğimiz karidesleri ve mis gibi rakı sofrası muhabbetini gölgeleyemedi. Gürhan Abi ve Orman'ın bir araya gelip muhabbete başlması, tadına doyulmaz bir ortam yaratıyor. Orada oturalım, burada oturalım derken gece uzadı da gitti, bütün günün stesini üzerimizden aldı. Üstüne bir de bizim takımdan insanları görüp muhabbeti koyulaştırınca, sanırım zaman mekan kavramını kaybetmek için tam bir davetiye almış olduk.

Pazar günü başlangıç hattı, Mudanya açıklarına atılmıştı. Bunun için de erken çıkmak gerekiyor. 09.00'daki start için 06.30'da kalktık (çok kolay olmadı). Kahvaltı sonrası hazırlıklar başladı. Başlangıç hattına geldiğimizde, bizi hiç şaşırtmayacak bir manzara ile karşılaştık: rüzgar her yönden az şiddette esiyordu. Sanki bütün yarış hattı çamaşır makinesine konmuş gibiydi. Herkes bir şkeilde başlangıcını yaptıktan sonra farklı rotalara ayrıldı. Biz daha çok Güney Kara rotasına takıldık. Mudanya'dan uzaklaştıkça hava Kuzey'den sertlemeye başladı, cenova küçülte küçülte sert hava seyirine iyice geçmiş olduk. Hava genelde 23-25 arası esiyor, dalgalar 1 metreyi aşmayı başlıyordu. Tulum giymemize rağmen çoktan sırıl sıklam olmuştuk.

Bulduğumuz hatta gitmeye çalışıp bol tramola ile sıkı orsa giderken, bir anda bir konuşma heyecan tufanı başladı teknede. Kafamı dönüp bakmama kalmadan arka taraftan "Ana yelkeni indirin, ana yelken yırtıldı" niraları gelmeye başladı. Bir grup ana yelkeni indirmeye çalışırken, bir grup da cenovaya koştu.. Meğer ana yelkenin üzerinde 1 metrelik bir yarık oluşmuş.. Biz indirene kadar biraz daha büyümüş.

Bütün olaylar bittiğinde, herkes sırıl sıklam ıslak, yarı donmuş, paldır küldür dalgaya giren teknede bir yere sığışmış ısınmaya çalışıyordu. Yarış bizim için erken bitmişti ama daha önümüzde dört saatlik yol vardı. Midesini tutamayanlar da oldu, gofret yiyenler de ama şunu söylemek lazım ki dünyanın en güzel seyirini o sırada yapmadık..

Adalar'a doğru yaklaştığımızda dalgalar küçüldü, rüzgar sakinlemeye başladı. Biz yelkenler ile uğraşırken baya insan bizi geçmiş: o kadar süre motor ile gitmemize rağmen Fenerbahçe teknesine anca yetişiyorduk. Orient VI ise çoktan bitiş çizgisini geçmiş, yelkenini katlamış, Pendik yoluna çıkmıştı..

Marina'ya vardığımızda hepimiz donuyor haldeydik ama teknenin işi hiç bitmez, daha yelkenler katlanacak, ana yelkenin çıtaları çıkacaktı. Baya bir süre de bunlara harcadıktan sonra tekneden inme zamanı gelmişti.

Bir Trilye Yarışı'nı daha geride bırakarak indik tekneden. Her ne kadar Trilye Yarışı'nın bazı tahmin edilen tarafları olsa da hala şaşırtmaya devam ediyor bence. Şu ana kadar katılmamış herkesin katılması lazım diye düşünüyorum. Ama üzüldüğüm konu da şu ki, eskiden böyle yarışlarda Boğaziçi Üniversitesi Yelken Takımı'ndan çok fazla insan görürdük, bu yarışta gene aynı insanları gördük (mesela Neslihan Gerek, Yiğit Gözübüyük, Sezin Yiğit), ama sayıları daha azdı ve aralarında yeni yüzler neredeyse yoktu. Sanırım bu konuda daha çok çalışmak lazım, daha çok uğraş vermek lazım...

Korza Teknesi Trilye Yarışı Ekibi.

1) Gürhan Tüker
2) Can Ergün
3) Can Yaman
4) İpek Kandıralı
5) Mete Mutlu
6) Özcan Vardar
7) Tahir Erden Öztürk
8) Pınar Buzluk
9) Caner Özkan
10) Atalay