10 Şubat 2012 Cuma

Gezinin Devamı ve Tatlı Son

En son kayıtta Simi Adası'na yanaştığımızdan bahsetmiştim. Normalde Yunanistan topraklarına girmek için vize almanış olmanız, adalara günübirlil gitmek için de bir turla anlaşmış ve pasaportunuzu yanınızda bulundurmanız gerekmekte. Halbuki biz bu ikisi de olmadan hava muhalefeti nedeniyle Simi Adası'na yanaşmak zorunda kaldık. Aynı denizi paylaştığımız Yunan Polisi, hava muhalefeti görünce bize fazla zorluk çıkarmadı, ancak limandan ayrılmamamızı ve teknelerden fazla uzaklaşmamamızı tembihledi. Biz de Mert Yaşar'ın beş bardaktan yaptığı kızırı midemize indirip tıkandıktan sonra, yağmur eşliğinde yola çıkıp, 23-24 knot apazlı rüzgarda akşam seyri ile Bozburun'a giriş yaptık. Bozburun, korunaklı bir liman, önündeki adayı geçince temiz bir rüzgar ve sakin bir deniz ile karşılaşıp yelkenin keyfine vardırıyor.

Tekneleri demir atıp kıçtan kara bağladıktan sonra hemen keyif biramızı açıp yemek kargaşasına büründük. Yemekten sonra, Melih'in doğum günü nedeniyle bize ısmarladığı viskilerimizi yudumlayıp her yere ama hiçbir yere varmayan muhabetlerimize koyulduk. Gecenin sonunda herkes yağmur sesleri ile yankılanan teknesine koyulup, 15 TL'lik ısıtıcının verdiği dayanılmaz konforla derin bir uykuya daldı.
Bozburun'da çok güzel bir haber ile uyandık. Meğer bizim Mert Yaşar, Kıvanç'ın doğumu ile amca olmuş, Kıvanç'ın sağlıklı, başarılı, neşeli ve huzur dolu büyümesi dileklerimize karşılık olarak hepimize pasta almış. Pastayı mideye indirdikten sonra Faruk Kuşcan'ın motor dersi ile genç yelkencilerin teknik bilgilerini arttırdık. Faruk, söylemeden edemeyeceğim, benim motor makalemi de örnek alarak çok güzel hazırlanmış. Bugün Yiğit Can geziden ayrılıyor. Bu yüzden zoraki bir rotasyon yapıp tekneleri bölüyoruz, Yiğit Can'ın teknesine kaptan olarak Mert Yaşar geçiyor. Hava muhalefetinin olacağı düşüncesi ve akşam Bozukkale'de kalma ihtimalimiz (Bozukkale güneyli denizlere açık) bizi sıkı bir beyin fırtınasına sürüklüyor. En son karar: Bozburun'dan çık, eğer Bozukkale iyiyse oraya yanaşacağız ve sabah erkenden Marmaris'e geçeceğiz (7 saat yol), eğer Bozukkale'de konaklanamayacak gibiyse direk Marmaris'e geçeceğiz.

Motorumuzu basıp Bozburun'dan çıkıyoruz. Adaları daha geçmeden yelkenimizi bastık. Adayı iskelemizde bırakıp Alaburun'a doğru yola çıktığımızda dar apaz seyrine geçiyoruz. Rüzgar 15-16 knot. Bir noktadan sonra hava kafalıyor ve her orsa seyrinin çekilmez tasasına bürünüyoruz: kurtardık kurtaramadık. Ne yalan söyliyim, orsa gitmeyi (rüzgara karşı gitmeyi) pek sevmiyorum, benim sabır bir yerden sonra atıyor. Dalgaların büyüdüğünü gördükten sonra Bozukkale'de barınamayacağımızı, direk Marmaris'e geçeceğimizi düşündüğüm için ekibi üçer kişilik iki vardiyaya bölüyorum, benim ekip dinlenmeye geçiyor, diğer üç kişilik ekip navigasyon ve seyire devam ediyor. Bozukkale'ye yanaşan ekiplerden haber geliyor: Bozukkale süt liman. Olsun, vardiya antremanı yapmış olduk, aşağıdaki ekip de güzellik uykusunun tadını çıkardı. (Midesi biraz bulanmış olan Ezgi bunları okuyorsa heralde biraz sitem eder bana :) )

Bozukkale'ye çok sağlam bir demir atıp iskeleye kıçtan kara oluyoruz. Bende bir durgunluk var, sebebini anlayamadım, ama Ferit Hoca'nın peşinde Bozukkale'ye adını veren kaleye tırmanıyorum. Kaleye çıktığımızda karşımızda komşu Rodos, ışıklarını yakmış arada sırada göz kırpıyor. Ferit Hoca'nın çok güzel bir sözü oluyor tepede: "Ne zaman Ege'ye baksam, kendimi dünyanın merkezinde hissediyorum". Çok güzel bir söz, ama duygularını kendi bilimine göre nasıl açıklar bilemiyorum.


Aşağıya indiğimizde, şaraplarımızı yudumluyoruz. Yüksek enerjili, ilginç (!) insan Burak Dikmenoğlu, dans yarışması düzenliyor. Efe Can'ın Sergen Yalçın yorumları ve Özcan'ın lazer şovu ile dans yarışmasını alkışlarla iziyoruz. Nasıl olduysa herkes finale çıktı, final de gezi yemeğinde. Sabah 05.00'da yola çıkış var, benim teknede ise poker masası kurulmuş. Ortada yatan bir vatandaş olarak başka tekneye homur homur yollanıyorum. Tekneyi, bizim kızlara Fidan ve Dilara'ya bıraktım. Kıçımızı vurursak onlardan soracağım.

Sabah 04.45'te alarm zar zar çalıyor. O ne karanlık öyle. Bir de serin. Motora basıyorum ki kalksın herkes. Ama o da ne? Tekneyi leş götürmüş. Biraz gözler dönüyor bende. Projektör kayıp. Onu da bulunca yola çıkıyoruz. Hava karanlık ve etraf tonoz dolu olduğu için temkinliyiz. Rüzgar güneyli, 16-20 knot arası esiyor. Bozukkale'den herkes sıkıntısız çıktıktan sonra Bozukkale önündeki adadan kurtulana kadar motorla gidiyoruz. Sonra tek camadanli ana yelkenle orsaya giriyoruz. Deniz 1.5 m'lik kaba dalgalarla çalkalıyor içimizi dışımızı, ama benim tekne taş yese öğütür, kimsede tık yok. Son günün son seyiri diye herkes dışarıda, hep beraber güneşin şahane doğuşunu izliyoruz.


Saat 09.00 sularında süt kıtlamalı corn flakes kahvaltısı yaptıktan sonra bir bakıyoruz tekne fırçası denize düşmüş. 20 dakika yelkenle onu almak için uğraşıyoruz. Dön baba dön, fırça da hafif batıyor, bir türlü alamıyoruz. En sonunda dayanamıyoruz, mertliğe yedirip motoru basıp alıyoruz. Necati bu sırada kafayı birkaç kere dalgaya soktu tabi, az kaldı onu bırakıyorduk.

12 sularında Marmaris Boğazı açıklarında balonla Marmaris önlerine geliyoruz. Son gün, son seyir, son tekne konuşması. Ufak bir kritik yapıyoruz: kimse benden şikayetçi olmamış :) Artık arkamdan ne diyorlar bilemeyeceğim. Bence bol yelkenli, bol eğitimli bir gezi oldu. Umarım herkes benim kadar eğlenmiştir.

Limanın önünde yelkeni indirirken biraz içim buruluyor. Kim bilir bir daha ne zaman o denizlerde yelken açacağım. Mazotumuzu aldıktan sonra Netcel Marina'ya yanaşıyoruz. Çok şık bir yanaşma yapacaktım, eğer insanlar beni lafa tutmasaydı. Tek değil iki hamlede yanaştıktan sonra "Kısmet bir sonrakineymiş" diyorum.

Tekne kıyıya yanaşıp, genel pisliği atılıp, çantalar ortaya çıktıktan sonra Happy Hour Saturday'e başlıyoruz biralar ile. Biradan sonra hemen bir pide döner patlatıp duşa yönleniyoruz. Herkes temiz olmuş, kotlar giyilmiş, eller yüzler parlamış. Saat 18.00'de Bodrum'a giden servisimize kadar son muhabbetler, biralar, toplanmalar.

Serviste geyik aynen devam ediyor. Ben arada sırada uyukluyorum ama şöför bizden beter, arada sırada yoldan çıkmışız meğer. Bodrum havaalanında çantalarımızı veriyoruz uçağa. Uçakta ben gene pilot, daha kalkmadan uyuyorum, pise düşmemizle uyanıyorum. Son yürüyüşler biraz hüzünlü. Yavaş yavaş vedalaşmalar başlıyor. Bir haftadır 10 m2'de yaşadığım ekibim ile vedalaşıyorum. Mert Yaşar son arsızlık olarak çantamı alıp bantın üstündeki platforma atmış. Onu da aldıktan sonra vedalaşıyoruz, bir sonraki gezilere diyoruz.


Gezinin en sevmediğim kısmı dönüşü. Sonuna doğru yorulmuş olsam da, artık eve gidebilirim desem de meğer hazır değilmişim eve gelmeye. Oranın havası, sakinliği, güzelliği ve sadeliği burada hiç yok. Orada kullandığımız kadar zihnimizi burada hiç kullanmıyoruz. İzinlerin ve gezilerin en zor yanı bu aslında. Dönüşleri. Umuyorum ki kısa zamanda tekrar böyle bir şey yapacağım, tekrar yelken açacağım uzun uzun sevdiğim insanlarla. Onların anıları ile çoğalttığım denizleri, yeni anılarla derinleştireceğim. Bana bu güzel haftayı yaşatan herkesi tekrar tekrar aklıma getireceğim. Umarım.

Hiç yorum yok: