31 Aralık 2010 Cuma

Doktorla İkinci Randevu


Geçen hafta arkadşlarım ile Taksim'den eve dönerken, kaldırımın kenarından kaydım. Kaldırımın kenarından kayarken de dengemi sağlayamadım ve sağ bileğimin sağ kenarını kaldırıma çarptım, akabinde de yere düştüm..

Bileği burkuldu diye yerden kalkmaya çalıştım ancak fazla başarılı olamadım. Sağolsun Yiğit'ler beni kaldırdı da kendime gelebildim. O akşam bilek burkukluğu ile yatıp kalktım ama kahvaltıda hala kendime çok gelebilmiş, ayağımın üzerine basabilir hale gelmiş değildim. Öğleden sonra annemin ısrarları ile hastaneye gittiğimde burkuğun aslında kırık olduğunu anladık ve hemen apar topar alçıya alındık.. Meğer alt bacağımdaki ince kemiğin ucunu baya güzelce kırmışım.

Alçının asıl amacı kırılmış olan kemiğin hareketini sınırlamak, kaynaması için zaman ve sabitlik sağlamak.. Ancak şunu gördüm alçı sadece ayağın değil bütün vücudun hareketini sınırlıyor. Geçen cumartesi eve girdiğimden beri ilk defa dün tekrar doktora gitmek için dışarı çıktım. Onun dşında hayatım genelde yastıkların, koltukların ve yatakların etrafında dönüyor. Ayağımı sarkıtmam kişisel bir yasak. Şu anda indirdiğim anda zonklamaya başlıyor. Masa başında oturamıyorum, evimizin ikinci katına henüz hiç çıkmadığım gibi asansörsüz apartmanın üçüncü katında olan evimizin merdivenleri ile baya içli dışlı oldum bir iniş çıkışta..

Ama aslında zor olan fiziksel hareketsizlik değil, zihnin yanlış yöne ilerlemesi. Kırdığım kemik, bütün gece alçısız uyumama ve sabah baya sekmeme rağmen yerinden oynamamış. Eğer oynamış olsaydı veya oynatırsam ameliyat olma ve daha sonrasında komplikasyon yaşama ihtimalim var. Bense nedense bu konuda o kadar huzursuzlanmaya başlamıştım ki düne kadar, artık her kıpırtıda tedirgin, her sızı da rahatsız hale gelmiştim. Yürüyen, yelken yapan insanları gördükçe, ayakkabı reklamlarına baktıkça kafayı yer bir hale gelmiş, kesin sakat kalacağım diye kendi kendimi kandırmıştım. Nedense ikna olmuyordum.

Ta ki dün tekrar doktora gidene kadar. Dün çekilen röntgene göre, kemik sabit ve gayet güzel şekilde kaynıyor. Böyle giderse kısa zamanda evden çıkabilir, dolaşabilir hale geleceğim. Belki kısa bir fizik tedaviden sonra tekrar yürüyebilir, maymunluk yapabilir hale geleceğim. Bunu duymak benim için son zamanların en iyi haberi, yeni yıla girmek için süper bir düşünce.

Bunun dışında, ayağım kırıldığı için biraz da mutluyum. Şu ana kadar sanki hiçbir zaman hasta olmayacakmış gibi davrandım. Aklıma yatağa, eve mahkum kalmak hiç gelmedi. Yatağa mahkum kalanların neler çektiğini gördüm ama hiç hissetmedim (bu arada kabul ediyorum ki benim kırığım, başkalarının çektikleri yanında hiçbir şey. Ben oldukça şanslıyım). Hasta ziyareti neymiş, nasıl beklenirmiş, birinden bir ley rica etmek ne demekmiş bunları öğrendim. Uzun vadede yapılan planların bir gecede nasıl yıkıldığını gördüm, bir gecede bütün hesapların nasıl değişebileceğini anladım. (ekonomik, seyahat, sosyal).. Şu ana kadar iki tane seyahat planım kesin yalan oldu, grupanya kuponlarım ve tiyatro biletim yandı. Üstelik ben şanslıyım ki anlayışlı bir firmada, iyi insanların etrafında çalışıyorum, ailem bana bakıyor ve sağlık hizmeti alabilecek durumdayım.

İnsan hiçbir zaman hiçbir şeyden kesin emin olmamalı, bunu öğrendim. Ayağım kırıldığı için ne kadar üzülsem de bir o kadar kazançlıyım. Aileme, tüm arkadaşlarıma ve çalışma arkadaşlarıma yanımda oldukları için teşekkür ederim.

28 Aralık 2010 Salı

"Depo ... TL ye doluyor" Cümlesi Tedavülden Kaldırıldı

Son yapılan açıklamaya göre artık "Benim arabanın deposu XXX TL'ye doluyor mahmut Abi" cümlesi tedavülden ve Türkçe'den kaldırıldı.

Açıklamayı yapan yetkili, benzin ve mazot fiyatlarındaki son zamanlardaki değişikliklerin, bu cümlelerin tutarlı bilgiler içeremeyeceğini, insanları boşu boşuna yalan beyanlara soktuğunu, kanun olarak bunun peşinden koşamayacaklarını belirtti. Bu durumdan çok sıkıldığını bildiren yetkili, "Madem peşinden koşamıyoruz, bu yalanları bari geride bırakalım" diye tamamladı açıklamasını..

Bu açıklamanın üzerine sorulan sorulardan sıkılan yetkili, şu şekilde de asabiyetini gösterdi: "Zaten artık kim deposunu doldurabiliyor ki? Almış başını gitmiş fiyatlar.. Kimse limit hesaplamaları ile integralle kendini kandırmasın, Newton gelse bir deponun kaça dolacağını artık hesaplayamaz.."

İlerideki uygulamalar hakkında da bilgi veren yetkili, benzin ve mazot pompalarında bulunan sayı hanelerinin yakın zamanda yeterli olamayacağını, yakında benzin pompalarında fiyat kısmının 5*10^7 örneğinde olduğu gibi bilimsel gösterim ile yapılacağını belirtti. Vergilere güvendiğini belirten yetkili, değişimin kısa zamanda görülebileceğini söyledi ve başka soru kabul etmedi..

Marmot


Kuzen Coşkun: Oğlum marmot uyku tulumu aldım.
Mete: Nasıl güzel mi, extreme i kaç derece?
K: Extreme'i -27 ama siktir et onu, komforta bakacan.
M: O kaç derece?
K: Eksi beş falan.
M: iyiymiş.

Aradan bir gece geçer.

M: Dugong diye hayvan var ha biliyor musun?
K: O ne lan?
M: Deniz ineği gibi bir şey.
K: Öyle desene lan onu biliyorum.
M: Nereden biliyorsun?
K: hani nat geo kartları vardı ya oradan.. Nat geo kartım vardı allahtan..
M: Peki abi..
K: ....
M: ...
K: Oğlum Marmot da hayvan biliyor musun?
M: Ne hayvanı lan? Türkçesi ne?
K: ya böyle bir dağ hayvanı söylesene.
M: Kertenkele
K: Değil,
M: Kunduz
K: değil kürkü var
M: Kokarca
K: Kokarca olur mu lan?
M: Kürkü var lan..
K: Gelincik gibi bir şey.. Daha küçük ama..
M: Allah allah...
M: Porsuk da komik hayvan haaa..

İki çay sonra.. Bilgisayar başında..

K: Baktın mı lan marmot'a?
M: He dur bakayım..
M: Bu mu lan? Bu sincapa benziyor..
K: He sincap doğru.
(Yukarıdaki resme bakarlar, blog yazmaya başlanır)
K: Oğlum hayvanın oturuşunda bir asalet var ama ha.
M: ...
K: Oğlum hayvan budist rahiplere benziyor..
M: Bir şey söylemeyecem bu dediklerini unutmayayım diye susuyorum. Ama hastasın sen.
K: Bir tek turuncu ropdöşambırı eksik ha..
M: hastasın lan sen..

(Tam bu cümleleri yazarken kırmızı ropdöşambır yazmam üzerine)
K: Turuncu lan turuncu..
K&M: hahaha
M: hastasın oğlum sen ha..
K: Hastanın daniskası sensin lan...

Kartepe'ye Zirve

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kırık Bir Ayak

Hayatında daha önce aklı başında haliyle kırık bir kemiğin deneyimini yaşamamış bir insan olarak sonunda başıma (ayağıma) bu da geldi.

Cuma akşamı Taksim'den eve dönmek üzere iken, kaldırımın kenarında dengemi kaybettim. Tekrar toparlayamadan da kendimi yerde buldum. Sağolsun yanımdaki kahraman yavruları beni kaldırdı ancak duruma inanmayan arkadaşlardan "Gerek yok yahu yardıma, yürürsün sen" yorumlarını da almadım değil.

Bileğim burkulmuştur mantığı ile uyunulan bir gece, yapılan bir kahvaltı ve araba yolculuğundan sonra annemden işittiğim yeterince azar ile "burkulan bileğimi sardırmaya" gittiğim hastaneden "kırılmış fibula ucu" yüzünden alçıya alınmış bir ayak ile çıktım.

Sonuç: 6 hafta alçı, 2 günlük kesin yatak, 1 haftalık ev istirahati, kemiğin kayması durumunda ameliyat, izlenecek olan sayısız film, okunacak kitap ve çalışılması gereken finaller.

Bir süre adresim belli, napıyorsun sorusunun cevabı belli, ne zaman müsaitsin sorusunun cevabı belli: "Evdeyim, napayım oturuyorum, istediğiniz zaman müsaitim"..

22 Aralık 2010 Çarşamba

Değişmek ve Değişmemek ve Gelişmek

İpek Tuğçe Bahçeci'ye ithafen,

Değişim programına giden her öğrenci gibi ben de gittiğim zaman önce baya şaşırmıştım. Amerika'ya ilk gidişimdi, ailemden 10.000 km, en yakına rkadaşımdan 3.000 km uzaktaydım. Tek başımaydım, tek bir kişiyi bile tanımıyordum ve en küçük karın ağrısı bile büyük baş ağrılarına ve sıkıntılara yol açacak kadar cahil ve yanlızdım.

Zaman içinde kendi düzenimi kurdum, yeni arkadaşlar edindim, çevremi genişlettim. Yeni hobiler edindim; siyah beyaz fotoğrafçılığımı (bence) oldukça geliştirdim. Hafta sonu kampa trekkinge gittim. Kütüphaneden düzenli kitap aldım, düşündüklerimi düzenli olarak yazdım. Yazdıklarımı okudukça değiştiğimi fark ettim. Herkes her zaman değişir aslında. Oradaki değişiklikleri fark etme sebebim ise yazarken taze duygularımı aktarıyor olmam, okurken ise eski benliğim ile okumamdı. Zaman içinde bu değişiklikler hoşuma gitmeye başladı, daha girişken bir insan olmuş, daha fazla şeye al atar hale getirmiştim kendimi.

Oradaki zamanımın dolmasına yakın bir korku sardı beni. Değişmek güzel bir şeydi tabiki, iyisi le kötüsü ile. Ama artık Türkiye'ye geri dönecektim. Geri döndüğümde, insanlar da değişmiş olacaktı pek tabi ama gene de çoğu şey aynı şekilde kalmış olacaktı. Ben sanki eski kalıplarıma aynen sığmak zorunda kalacaktım. Burada kazandığım her şey iptal olacak, yaptıklarım sayılmayacak, zaman içinde kendime kazandırdıklarımı kum taneleri gibi kaybedecektim oradan buraya taşırken. Değişmek güzel şeydi ama bu sefer değişmek istemiyor, orada kazandıklarımı aynen tutmak istiyordum. Nasıl olacaktı bu?

İlk geldiğim zamanlarda biraz zorluk yaşadım, çünkü artık evime geri dönmüştüm. En yakın arkadaşım iki oda uzaktaydı, yolda bayılsam bile gözümü evde açabilirdim, düşünmem gereken şeyler oldukça azalmıştı. Amerika'da yaptığım şeylere ayıracak zamanım azdı, hem eski hayatıma hem de orada kazandıklarıma aynı anda yetişmem neredeyse imkansızdı. Hangisini değiştirecektim? Neleri silecektim? Yenileri mi eskileri mi? O sırada beğendiklerimi yoksa yıllar boyunca yaptıklarımı mı?

Uzun zamandır bu konuda düşünmemiştim. Orada yaşadıklarıma ne oldu? Nereye gitti onlar? artık yelken mi yapıyorum yoksa trekking mi? Yeni şeylere el atıyor muyum yoksa eskilere sıkışıp kaldım mı? O sırada hissettiğim yalnızlığım esamesi var mı üzerimde? Yoksa tekrar gitsem gene sudan çıkmış balık olur muyum? Düşününce fark ettim ki insan bir şeyler kazandığı zaman eskilerini silmek zorunda değil. Belki her şeye aynı anda yetişebilecek kadar zamanımız yok ama çoğu şeyi düşünebilecek ve unutmamızı gerektirmeyecek kadar çok zihnimiz var. Bir şekilde, ikisini potada eritip birleştirebiliyoruz; hangisinden ne kadar katacağımızı ayarlayabilecek şekilde. Yılda bir kere bile trekkinge gitmek o zamanların bir etkisi sonuçta, ya da sadece bir kere olsun tek başına yolculuk etmek. Yeni şeylere el atmak o zamanların bir esamesi.. Ne unutmak ne tamamen uymak..

İnsan aslında o kadar da değişmiyor düşünüldüğünde, yaptığımız şey gelişmek aslında. Elimizde olanı tamamen silip atmıyoruz, ona yeni yollar çizip eskisini sırtımızda taşıyoruz. Gelişmek bizim üzerinde yürüdüğümüz yol iken değişmek sadece yola çıktığımız ve vardığımız noktalar arasındaki fark...