22 Aralık 2010 Çarşamba

Değişmek ve Değişmemek ve Gelişmek

İpek Tuğçe Bahçeci'ye ithafen,

Değişim programına giden her öğrenci gibi ben de gittiğim zaman önce baya şaşırmıştım. Amerika'ya ilk gidişimdi, ailemden 10.000 km, en yakına rkadaşımdan 3.000 km uzaktaydım. Tek başımaydım, tek bir kişiyi bile tanımıyordum ve en küçük karın ağrısı bile büyük baş ağrılarına ve sıkıntılara yol açacak kadar cahil ve yanlızdım.

Zaman içinde kendi düzenimi kurdum, yeni arkadaşlar edindim, çevremi genişlettim. Yeni hobiler edindim; siyah beyaz fotoğrafçılığımı (bence) oldukça geliştirdim. Hafta sonu kampa trekkinge gittim. Kütüphaneden düzenli kitap aldım, düşündüklerimi düzenli olarak yazdım. Yazdıklarımı okudukça değiştiğimi fark ettim. Herkes her zaman değişir aslında. Oradaki değişiklikleri fark etme sebebim ise yazarken taze duygularımı aktarıyor olmam, okurken ise eski benliğim ile okumamdı. Zaman içinde bu değişiklikler hoşuma gitmeye başladı, daha girişken bir insan olmuş, daha fazla şeye al atar hale getirmiştim kendimi.

Oradaki zamanımın dolmasına yakın bir korku sardı beni. Değişmek güzel bir şeydi tabiki, iyisi le kötüsü ile. Ama artık Türkiye'ye geri dönecektim. Geri döndüğümde, insanlar da değişmiş olacaktı pek tabi ama gene de çoğu şey aynı şekilde kalmış olacaktı. Ben sanki eski kalıplarıma aynen sığmak zorunda kalacaktım. Burada kazandığım her şey iptal olacak, yaptıklarım sayılmayacak, zaman içinde kendime kazandırdıklarımı kum taneleri gibi kaybedecektim oradan buraya taşırken. Değişmek güzel şeydi ama bu sefer değişmek istemiyor, orada kazandıklarımı aynen tutmak istiyordum. Nasıl olacaktı bu?

İlk geldiğim zamanlarda biraz zorluk yaşadım, çünkü artık evime geri dönmüştüm. En yakın arkadaşım iki oda uzaktaydı, yolda bayılsam bile gözümü evde açabilirdim, düşünmem gereken şeyler oldukça azalmıştı. Amerika'da yaptığım şeylere ayıracak zamanım azdı, hem eski hayatıma hem de orada kazandıklarıma aynı anda yetişmem neredeyse imkansızdı. Hangisini değiştirecektim? Neleri silecektim? Yenileri mi eskileri mi? O sırada beğendiklerimi yoksa yıllar boyunca yaptıklarımı mı?

Uzun zamandır bu konuda düşünmemiştim. Orada yaşadıklarıma ne oldu? Nereye gitti onlar? artık yelken mi yapıyorum yoksa trekking mi? Yeni şeylere el atıyor muyum yoksa eskilere sıkışıp kaldım mı? O sırada hissettiğim yalnızlığım esamesi var mı üzerimde? Yoksa tekrar gitsem gene sudan çıkmış balık olur muyum? Düşününce fark ettim ki insan bir şeyler kazandığı zaman eskilerini silmek zorunda değil. Belki her şeye aynı anda yetişebilecek kadar zamanımız yok ama çoğu şeyi düşünebilecek ve unutmamızı gerektirmeyecek kadar çok zihnimiz var. Bir şekilde, ikisini potada eritip birleştirebiliyoruz; hangisinden ne kadar katacağımızı ayarlayabilecek şekilde. Yılda bir kere bile trekkinge gitmek o zamanların bir etkisi sonuçta, ya da sadece bir kere olsun tek başına yolculuk etmek. Yeni şeylere el atmak o zamanların bir esamesi.. Ne unutmak ne tamamen uymak..

İnsan aslında o kadar da değişmiyor düşünüldüğünde, yaptığımız şey gelişmek aslında. Elimizde olanı tamamen silip atmıyoruz, ona yeni yollar çizip eskisini sırtımızda taşıyoruz. Gelişmek bizim üzerinde yürüdüğümüz yol iken değişmek sadece yola çıktığımız ve vardığımız noktalar arasındaki fark...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

mete bu yazını çok beğendim. gittiğimiz her yer bize bişeyler kazandırıyor, ya uzun süre yaşadığımız yerler ? geride bıraktıklarımız, orda edindiğimiz alışkanlıklar bir çırpıda silinebilinir mi ? hep giden olmanın verdiği yılgınlık var mıdır sende bilmiyorum, ama bu üzücü halet-i ruhiyiye kazanca çevirmeyi bilmişsin sanırım.

bütün bunların yanında galiba kendimize itiraf etmemiz gereken birşey var. her terkettiğimiz geride bıraktığımız yer aslında artık bizim değil, oraya geri dönsek bile biz yabancısıyız. bu doğduğumuz şehir olsa bile.

nadir can altan