Geçen hafta derslerim ve vereceğim bütün ödevlerim bittikten sonra pratik olarak mezun olmuştum. O sırada bitirme ödevi, onun raporu, makinesi, sunumu, başka derslerin raporları, o bu derken baya karışmıştı hayatım ama gene de topllaya topallaya alın teri ile gidiyordu.
Meğer kağıt üzerinde mezun olmak çok daha zormuş aslında bazı kişiler için. Öncelikle ilişik kesme belgesi ile uğraşıyorsunuz. Aldığınız bir kağıt parçasını revir, yurtlar müdürlüğü, kayıt işleri, bölüm başkanı gibi bir ton yere koşturmaca içinde imzalatmanız gerekiyor. İşin komiği bunların içinde bir de BÜMED var. BÜMED'e kadar inip, sonra o sıcakta geri çıkmanızın tek sebebi BÜMED'in sizi avlamak istemesi ve İlişik Kesme formunun sizi ayağına kadar çağırabilecek güzel bir silah olması. İşin diğer yanı da bu hafta üye olursanız 200 TL ve sonraki her sene gene 220 TL gibi bir para verecek olmanız. Ama bu hafta üye olmazsanız, üye olmak istediğinizde 1100 TL gibi bir para rica etmeleri. Allah'tan orada size bar kurmuşlar da soğuk su içebiliyorsunuz. (Ya şimdi ya asla ayağına yatmaları bir garip tabi)
Diğer yandan diploma için para vermeniz gerekiyor. Yıllarca oku, didin, çalış, sonra elinize geçecek kağıt için de gene para ver. İşin kötüsü o parayı vermeden diplomanızı alamadığınız için dört sene de ha okumuşsun ha okumamışsın durumuna geliyorsunuz. Yani paşa paşa (şu anda ne kadar olduğunu bilmediğim o parayı) vereceksiniz, vermeme lüksünüz yok.
Diyelim ki diploma parası verdiniz, tabi diplomayı almak, kep atmak isteyeceksiniz. Herkes cüppe giyip dolaşmak ister okulda son kez. Ee tabi herkesin cüppesi olmadığı için cüppe kiralamanız lazım. Şanslıyız ki okul bize bu olanağı sağlamış, bir haftalık cüppe kiralama karşılığında sizden 90 TL alıp size 50 TL geri veriyor. Aradaki fark ise eskime parası imiş. Artık giyenler nasıl giyiyor bilemiyorum ama her sene cüppe alınmasını gerektirecek kadar eskitiyor heralde.
Ve son olarak tabi balo var. Balo, okulun bahçesinde verilen içkili yemek.. Aslında güzel bir ortam, herkes süslenecek, edecek, güzel güzel dolaşacak. Pek tabi Boğaziçi Üniversitesi mezunu olarak orada da bir miktar para harcayacağız, 100 TL kadar.. İşin garibi bu parayı Boğaziçi Üniversitesi hesabına BAĞIŞ adı altında yatıracak olmamız. Bu kadar çok kişinin, bu bağışı gönüllü olarak yapıp yapmayacağını heralde kimse bilemeyecek.
Bundan daha önce olan bir olayı daha yazayı son olarak, o da yıllık fiyatları. Hani o kadar okuduk ya, bir anımız olsun isteriz tabi.. Yıllığa verdiğimiz 50 küsür TL ve fotolara verdiğimiz 45 küsür TL helal-i hoş olsun tabi..
Bu okulda bunca sene okumuş birçok kişi heralde bu paraları verebilecek durumdadır. Ancak bütün bu işlerin bir duygu sömürüsü haline getirilmesi ve mezun olan kişilerin son bir gelir kapısı olarak görülmesi bence doğru değil. Ben bu işler olmasın, balo iptal edilsin, cüppe giymeyelim demiyorum. Ama okulun bu uslübü bence bu okula yakışmıyor. Bu paraları veremeyen arkadaşların da gider ayak bu şekilde üzülmesi ise bence doğru değil.
23 Haziran 2010 Çarşamba
Google'ın Yasaklanması
Az önce başka bir konuda Blog yazacakken hadi bir de resim ekleyeyim dedim. Ekleyceğim resmi de internetten bulmam gerekiyordu. Doğal olarak insanin eli Google Images'a gidiyor. açtımi arattım, baktım, bekledim bir daha baktım, resim mesim çıkmıyor hiç. Sonra aklıma dank etti gene her çalışmayan Google sayfasında dank ettiği gibi.. Bizimkiler yasaklamıştı Google'ı Türklere...
Mümkün tabi hala oradan burada DSL'ler bul, oraya gir falan filan ama insana koyuyor birazcık böyle bir şeye zorunlu bırakılmak. "Siz kendiniz düşünemezsiniz, biz sizin ne düşüneceğinizi seçeriz" denmek, birinin size "Aman bakma sakın ha" demesi, koca koca dünya size gülerken sizin arkanızı dönüp hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya zorlanmanız.. Biraz komik aslında, tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış konumunda olmak..
He bir de yakında DSL'le giriş yapanları tespit edip onlara küfür dolu bir mail atacaklarmıymış mı neymiş.. Yakında onu da göreceğiz..
22 Haziran 2010 Salı
Yollarda Süzülmek...
Uzun zamandır düşüdnüğüm, hayalini kurduğumi korktuğum ve merak ettiğim bir şey vardı: motosiklet sahibi olmak, şehir trafiğini atlatmak, hop diye motora atlayıp bir yerlere uçmak, dağlık yollarda motorsiklete binmek ve arabanın içine kapalı kalmaktan kurtulmak. Yeterince ısrar ve iknadan sonra annem, babam da heralde biraz da benden illallah ederek bana bir motor aldılar. Sağolsunlar, ben de onları çok severim..
İlk anda biraz korkutucu bir şey motosiklet sürmek: yıllarca bisiklet, sonra araba sürdükten sonra insanın sanki en baştan öğrenmesi gerekiyormuş gibi geliyor. Rahat rahat araba sürerken bir anda bir aleti 10 metre yolda 40 kere stop ettirmek insana zor geliyor, "Ne zaman ayağımı koyacağım?", "Ne kadar yavaşlamak lazım?" gibi düşünceler insanı yoruyor.
Biraz alışıp da motorun üstünde rahat durabildikten sonra başka dertler gözükmeye başlıyor. Dışarıda hava 35 derece iken mont, eldiven, kot giymek; şorttan ve ince t-shirtten vazgeçmek insana biraz zor geliyor. Hele bir de babanız arabasını kullanmanıza izin veriyorsa "Mis gibi klimayı bırak, güneşin alnında yan" diye içinizden minik minik söyleniyorsunuz.
Ancak bunlar en başta yaşadığınız alışamama dönemi şikayetleri: ben de içimden geçirdim, ben de şort giymeyi özledim. Ama hiçbir şey ilk görüldüğü gibi değildir ya hani, içi de tanıdıkça değişiyor.
Birincisi o artık sizin motorunuz, sizin sihirli halınız, uçan süpürgeniz. Ona sarılıp süzülüyorsunuz yollarda, şehir dışına çıktığınızda nerede kekik yetişir, nerede çam ormanı var, neresi serin, nerede deniz kokusu başlıyor öğreniyorsunuz. Deniz kenarına yaklaştıkça havanın rüzgarlı mı nemli mi olduğunu anlıyorsunuz. Dış etkenlere açık olmak derler hem motorun dezavantajına ama dış etkenlerle beraber olmak da avantajı diğer yanda. Motora bindikten sonra ilk defa arabaya bindiğimde anladım bunu: evet, klima var, süper serin yapıyor, ama uçan bir kutuda gidiyorsunuz kafesteki hayvanlar gibi... Aranızda kirli bir cam var dünya ile...
Bu işin tabi trafik, yakıt ekonomisi, park kolaylığı gibi birçok yönü de var ama unutmamak lazım ki motorsiklet her şeyden önce insanı özgürleştiriyor, birey olduğunu, yolda ilerleyen bir kutu olmadığını hatırlatıyor.. İnsanı diri tutuyor...
Bu konuda daha çok yazacağım sanırım, yazmak için gezeceğim, gezmek için yazacağım..
14 Haziran 2010 Pazartesi
Sanırım Mezun Oldum.
Daha önce söylediği gibi Boğaziçi Makine Mühendisi öğrencilerinin mezun olabilmeleri için ME 492 kodlu Proje dersinden geçmi,ş olmaları, elle tutulabilir bir projeyi ortaya koymaları gerekiyordu.
Benim de Mert Beşken ile yaptığım projede amacımız 10 cm su dalgası ile suyu 1 metre yukarı basmak ve her dakika 0.5 lt lik bir pet şişe doldurmaktı. Tabi pompayı yapmak yetmiyordu: dalga yap, pompayı sabitle, sunum yap, rapor yaz... Sanırımım makine mühendisliği insanların düşündüğü kadar kolay değil.
Uzun zamanlık uğraştan, sabahlamalardan ve efordan sonra, tam da son gün projemizi çalıştırmqayı başardıki raporumuzu yaptık ve 10 dakikak önce de sunumumuzu bitirdik. Bütün finallerimin de bittiği düşününce sanırım mezun olmamam için hiçbir neden yok. Yani sanırım mezun oldum...
(Bu arada hala sunumları devam eden arkadaşalara kolaylıklar gelsin, az kaldı, hepimizin ki bitecek)..
8 Haziran 2010 Salı
Enerji Tüketimi ve Alternatif Enerji Kaynakları
Bir süredir enerji harcamalarımız, gelecekteki enerji kaynakları, şu anda kullandığımız enerji kaynaklarının sürdürülebilirliği, nükleer ve yenilenebilir enerji kaynakları hakkında takıntı şekilde konuşup düşünüyordum. Aklımdan durmadan enerji ağına bağlı olmayan evlerin sistemleri, su artıma yöntemleri, elektrik harcamalarını azalatma yöntemleri ve elektrik üretimi geçiyor, su harcamalarını nasıl kısarım diye düşünüyordum. Evet, biraz takıntıya ulaştığı doğru ancak bence herkesin oturduğu yerden "Rüzgar enerjisi kullansak her şey çözülür", "Nükleer kesin çözüm" demesinden bence daha iyi. İnsanların, harcamalarını kontrol altına almadığı sürece mevcut enerji ve su kaynaklarının hepimize yetmeyeceğine anlaması lazım bence. Teknede nasıl dikkat ediliyorsa, aynı şekilde evde dikkat edilse, inanılmaz fark yaratılır.
Aşağıda linkini verdiğim video ise başka bir konu hakkında. Herkesin dilinden düşmeyen "Petrol bitecek, araba kullanamayacağız" kanısında başka bir bakış açısı getiriyor. Bir izlemenizi tavsiye ederim. En çarpıcı sözü ise "Taş devrinin bitmesinin sebebi taşların bitmiş olması değil, taşın yerine daha iyi bir şey bulmuş olmamız. Ben aynısının petrol için de olacağına inanıyorum."
6 Haziran 2010 Pazar
Korza Ekibi Totem Yapti..
Daha önce pek fazla badire (salma kopması, dümen palası kopması x2, baş ıstralya kopması, vs) atlatmış olan Korza artık tekneye totem yapmaya, işini sağlama bağlamaya karar verdi.
İlk başta nasıl yapacaklarını bilemeyen ekip, kurşun mu döksek yoksa ezan mı okusak diye düşünürken akıllarına hemen Kızılderililerin ağaca oydukları, hayvan şekilli totemler geldi, Kızılderililer bu totemleri kötü ruhları kovmak, abdest almadan şanssızlığı gidermek için kullanıyordu.
Korza'nın direği ahşağ değil de karbon olduğu için direğe totem çizme, kazıma olayı ne yazık ki yattı. Ama daha sonra ekip kendine bakıp, yaptıkları muhabbetleri düşündükten sonra, bizden iyi kalas mı olur, bizden başka kim hayvana benzer dedi ve sırt sırta çıkarak görevi üstlendiler. Önce iki kişi ile deneme yapan ekip, anında teknenin temellerinde bir sallantı, bir rahatlama, bir hafifleme hissetti.
Ancak ekip, iki kişi ile böyle bir sallantı olduysa acaba üç kişi ile neler neler başarırız dedi ve işi sonuna kadar götürüp "Kış kış cinler kış kış, yallak cinler yallah" diyerek işe koyuldu ve totemi üçledi.
Tam o anda, Korza'da döşemeler oynamaya, sudan köpükler çıkmaya başladı. Direk fırlayıp yerine geri oturdu. Yıllardır orayı mesken bilmiş, cin, gam, çapariz ne varsa hepsi çıkmak, kaçmak zorunda kaldı..
3 Haziran 2010 Perşembe
Tidying Up Art
Bir kisminiz daha once TED.com ile tanismis olabilir, tanismayanlara kisaca ozetliyim: TED, kendi alaninda uzman konusmacilarin kendilerini ifade edebilmeleri, calismalarini tanitabilmeleri, seslerini duyurabilmeleri icin ortam olusturan bir kurulus. Konular, sosyal sorunlardan ekonomik sikintilara, yeni buluslardan bilimdeki gelismelere kadar degisiklik gosteriyor. Bazi konular cok guldurebilirken, digerleri de cok dusundurebiliyor. Asagida gulduren videolardan bir ornek veriyorum; Ursus Wehrli sanati derlemeye toparlamaya karar vermis, cok degisik bir bakis acisi getirmis sanata..
2 Haziran 2010 Çarşamba
Kirk Kez Dersen Olurmus..
Gecen hafta motor almayi planlayan cok sevgil Mert Yasar, bu haftaya biraz akli karisik olarak girmisti. Bir ara ortalarda "Motor mu alsam, Tofas Kartal mi?" diye dolanan Mert soyle devam ediyordu: "Kucuklugumden beri hep Kartal'im olsun istedim, o dokuk hoparlorlerden gelen mezdeke sesi beni hep cekti, hele bir de baskasi kullanirken bagajda uyumak, her frende yeni bir heyecan yasamak gibisi yok.."
Uzun sure dusunup, iki gece uyumayip, test suruslerine ve uykularina ciktikan sonra sonunda kararini veren Mert, motor almaya karar verdi, ve hatta dahasi da fazlasi ile MOTOR ALDI...
Iki haftada motor almaya karar veren ve BUGUN ALAN, Mert, gelecekteki planlarinin caddeleri turlamak, kizlara laf atmak ve hatta belki de on tekeri kaldirmak oldugunu soyledi.. Kim bilir, belki bir cilginlik yapip yazlik mont, hatta daha da otesi kask ve ehliyet de alir...
Mert Yasar, seni severiz, sayariz, uslu dur, adam gibi motor kullan, kaza bela yapma, hayirli gunler yasa.. Gule gule kullan kardesim...
1 Haziran 2010 Salı
Final Zamani
Bu aralar Bogazici Universitesi'nde final zamani. Saat 09.45 oldugunda herkes kosturmaya basliyor, sular, caylar, kahveler alinip sabaha kadar kapanmamis gozler, yari uyur vaziyetten ayilmaya calisiyor. Sinava girenlerin bir kismi elini kolunu sallaya sallaya geliyor: ya dersle hic alakasi yok, ya da butun notlari emmis bitirmis. Bir kismi ise hala elinde bir kagit parcasi, bir fotokopi, bir kitap, sinava girene kadar ne kapsam kardir diyor.
Finalden cikanlar da ayri bir izlemelik. Bir kismi hala sinavi tartisiyor, sanki butun sorulari butun islemleri ezberlemis, hatta herkes de kendisi gibi yutmus tum sinavi da soruyor da soruyor, bu neydi, su neydi diye. Halbuki ayni ezberleme yetisini gosterse sinavdan once, biri gelip ona soracak. Baska bir bolum cok "cool" takiliyor, sinav bitmis onlar icin.. Halbuki onlarin ucuk ucuk olma zamani notlar aciklanirken, ya tepeye oynuyor, ya da gecme cizgisine...
Aslinda asil zor olan finaller de degil.. Finalden onceki zaman insanin hayatindan daha cok zaman, enerji kopariyor. Her an calismam lazim zihniyeti icersindeki zavalli kisi kendini o kadar cok geriyor ki, gidip bira icse, ayilsa gelse daha rahat ve daha uzun sure ders calisacak aslinda. Bence bunu takip eden bir buyuk hata da "Uff onumde 8 saat var, saatte 40 sayfa okusum, 320 sayfayi rahat rahat yutarim". Duz yolda araba olsan o hesaba uymak kolay degil arkadas, ders calismak tekne ile orsa gitmek gibi bir sey.. Hicbir zaman hedefe gidemezsin, gitsen de hizli olmazsin, zaten bir yerden sonra da uykun gelir ya da miden bulanir..
Bir baskadir her final zamani, kacamaklari ile, ders calismamalari ile, izlenmis sezon sezon diziler, zamanindan once okunmus romanlar ile.. Defalarca GPA hesaplanir, dusuk, yuksek tahminler yapilir, iddiaya girilir, bardak bardak kahve icilir. Her seferinde "Uff, bu hafta hayatimin en zor haftasi" denir, ancak her seferinde o hafta biter, kisi ufak da olsa bir bosluga duser..
Herkese finallerinde basarilar dilerim, sevgiler..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)