İlk anda biraz korkutucu bir şey motosiklet sürmek: yıllarca bisiklet, sonra araba sürdükten sonra insanın sanki en baştan öğrenmesi gerekiyormuş gibi geliyor. Rahat rahat araba sürerken bir anda bir aleti 10 metre yolda 40 kere stop ettirmek insana zor geliyor, "Ne zaman ayağımı koyacağım?", "Ne kadar yavaşlamak lazım?" gibi düşünceler insanı yoruyor.
Biraz alışıp da motorun üstünde rahat durabildikten sonra başka dertler gözükmeye başlıyor. Dışarıda hava 35 derece iken mont, eldiven, kot giymek; şorttan ve ince t-shirtten vazgeçmek insana biraz zor geliyor. Hele bir de babanız arabasını kullanmanıza izin veriyorsa "Mis gibi klimayı bırak, güneşin alnında yan" diye içinizden minik minik söyleniyorsunuz.
Ancak bunlar en başta yaşadığınız alışamama dönemi şikayetleri: ben de içimden geçirdim, ben de şort giymeyi özledim. Ama hiçbir şey ilk görüldüğü gibi değildir ya hani, içi de tanıdıkça değişiyor.
Birincisi o artık sizin motorunuz, sizin sihirli halınız, uçan süpürgeniz. Ona sarılıp süzülüyorsunuz yollarda, şehir dışına çıktığınızda nerede kekik yetişir, nerede çam ormanı var, neresi serin, nerede deniz kokusu başlıyor öğreniyorsunuz. Deniz kenarına yaklaştıkça havanın rüzgarlı mı nemli mi olduğunu anlıyorsunuz. Dış etkenlere açık olmak derler hem motorun dezavantajına ama dış etkenlerle beraber olmak da avantajı diğer yanda. Motora bindikten sonra ilk defa arabaya bindiğimde anladım bunu: evet, klima var, süper serin yapıyor, ama uçan bir kutuda gidiyorsunuz kafesteki hayvanlar gibi... Aranızda kirli bir cam var dünya ile...
Bu işin tabi trafik, yakıt ekonomisi, park kolaylığı gibi birçok yönü de var ama unutmamak lazım ki motorsiklet her şeyden önce insanı özgürleştiriyor, birey olduğunu, yolda ilerleyen bir kutu olmadığını hatırlatıyor.. İnsanı diri tutuyor...
Bu konuda daha çok yazacağım sanırım, yazmak için gezeceğim, gezmek için yazacağım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder