30 Eylül 2012 Pazar

A World of My Own- Robin Knox-Johnston

Daha önce 1998 yılında yapılmış olan Vendee Globe yarışında, dünyanın etrafında tek başına, sadece rüzgar ve kas gücü kullanarak, en acımasız denizlere karşı koyan yelkencilerin başından geçenleri anlatan bir kitaptan bahsetmiştim. Yaklaşık iki hafta önce bitirdiğim bir diğer kitap ise, dünyanın etrafını ilk defa, tek başına, hiç duraklamadan dolaşan Robin Knox-Johnston'ın yazdığı "A World of My Own"- "Bana Ait Bir Dünya".


Robin Knox-Johnston, denizci bir aileye doğup daha küçük yaştan itibaren tuzlu sudan hiçbir zaman uzak olmayan bir hayat sürüyor. 60'ların ortasına kadar dünyanın çeşitli yerlerinde, İngiltere Donanması'nda görev alan Knox-Johnston, Hindistan'da yaptırdığı daha doğrusu yaptığı teknesi Suhaili'yi üç arkadaşı ile İngiltere'ye getirir. Yolculuğun bir kısmını tek başına da tamamladıktan sonra dünyada, yelken konusunda atılacak çok fazla büyük adım kalmadığını ama tek başına, hiç yardım almadan ve karaya çıkmadan dünyayı dolaşmanın bunlardan biri olduğunu belirtir. Onun, bu turu tamamlayacak ilk kişi olmak istediği sıralarda, aynı düşünceye sahip ve hazırlıklara başlamış başka yelkenciler de vardır. Aynı emelde koşan yelkencileri toplamak üzere Sunday Times gazetesi bir yaris ilani yapar ve belli tarihler arasinda baslamak uzere dunyanin etrafinda yelkenle dolasip hic yardim almadan en kisa surede donen kisiye odul verecegini soyler.

Knox-Johnston, kitabinda, yarisa hazirlik surecini, sponsor arayisini, yarista basindan gecenleri ve seyahati suresince yazdığı günlüklerini bu kitabında topluyor. Kitabın büyük çoğuluğunu aslında yolculuk sırasında yazdığı günlüğü oluşturuyor. Olayları genellikle taze taze yazıp daha sonra çok az değişiklik yaptığı için duygularını aktarmakta çok başarılı oluyor. Toplamda 303 gün süren yolcuğunda gördüğü insan sayısı iki elin parmak sayısını geçmiyor, fırtınalı gecelerde eğer mümkünse uzun mesafe telsiz konuşmlarını dinlemek onun için paha biçilmez bir rahatlama yöntemi oluyor ve çok canı sıkıldığı zamanlarda "Bu iş bir bitsin, duş, bira biftek ve temiz çarşafa yatacağım" telkiniyle sakinlemeye çalışıyor.

Kitabı okurken, aslında ne kadar sosyal bir hayat yaşadığımızı, bütün gün evde otursak bile insanlardan iletişimimizin hiç kopmadığını ve  bazı şeylerin ne kadar değerli olduğunu gördüm. 300 gün boyunca süren bir yarışın son çeyreğinde, hiçbir gemi tarafından görülmeyip telsize cevap vermeyen bir kişinin hayatta olması için dua etmek, şu zamanda çoğu kişinin kaldırabileceği bir yük değil. Bir diğer yandan bakınca da Knox-Johnston'da uzun bir süre dünyadan hiç haber alamadığı için ne savaş çıkıp çıkmadığını biliyor, ne de ailesinin sağlık durumunu. Yolcuğu en kısa sürede tamamlayan yazar, İngiltere'ye döndüğü zaman büyük bir coşku ile karşılanıyor ve daha sonra da Kraliçe tarafından Sir ünvanına layık görülüyor. Sir Knox-Johnston, hala hayatta ve yarışlara katıldığı oluyor. Daha önce okuduğum kitapta 1998 yılı Vendee Globe yarışında yarışan yelkencilerin başından geçen kazalara ve hayatını kaybetmiş olan Gerry Rouf hakkında yaptığı bir yorumu var: 

You've raised a good point. There are people who set off, and they're irresponsible because they haven't bothered to train themselves up, learned what they're trying to do, gained some experience. And the next thing, they're getting other people to risk their lives, just to come and help them out of a stupid mistake they shouldn't have made. I've got very little sympathy for those people, in fact I'm quite critical of them. They've no right to go out, and cause others to risk their lives.

Dünyanın etrafını ilk defa hiç durmadan dolaşan adamın hikayesini anlatan kitap, yanlız olarak büyük zorluklara göğüs geren bir adamın hikayesini öğrenmek isteyenlere kesinlikle tavsie edebileceğim bir parça. Benim okuğum kitap 1970 basımıydı ama yeni baskılarını bulmak mümkün.

Şu anda okuduğum kitap ise "Sailing Alone Around the World". O ise dünyanın etrafında yelkenli tekne ile tek başına dolaşmış ilk kişi olan Kaptan Joshua Slocum tarafından yazılmış. Okuduğum baskı sanırım 1903 baskısı.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Patlak Lastik

Daha önce bahsettiğim üzere bisikletimin lastiği, bir akşam okuldan eve dönerken en izbe, en iğrenç mahallerden birinde patlamış ve bisikleti yarım saatten fazla süre itmem gerekmişti. Bisikletin lastiğinin patlaması da tam ilk defa okuldan eve bisikletle dönmeme karar verdiğim zaman denk gelmişti.

Bu olaydan sonra, gittim, itina ile "şamyel" yaması buldum (ki tuvalete bile araba ile giden Hustonyan'ların mekanında kolay olmadı), lastiği yamadım (4 mm yarık), lastiği şişirip geri taktım.

Bisiketim tekrar kullanılır hale gelince bir sabah tekrar bisiklet + otobüs ile (bisikleti otobüsün önündeki taşıyıcıya koyuyorum) okula gittim. Bütün gün derslere girdim. Havanın da güzel olmasının getirdiği cesaret ile içimden "Bari bisiklet ile eve döneyim" dedim. 

Demez olaydım. lanet bisikletin lastiğinin batlağının her yerde kulağı mı var ne. Bunu duyar duymaz içindeki gazını koyuvermiş. Bisikletin başına gittiğimde süper inik bir lastik. İçinde havanın yerinde yeller esmiş. Bir kere daha da bisikleti sırtlayıp eve getirdim doğalıyla. 

Dün tekrar tamir edeyim diye bisikletin başına oturdum. Aynı yeri tekrar, daha dikkatle yamadım. Sonrasında bir tur atıp marketten ekmek aldım (Houston'da ciddi mesafe). Sıkıntı yok. Ammmaaaaaa.

Bütün gün dışarıda dolaştıktan sonra eve geldim. "Lastikte sıkıntı yoksa bari yarın okula bisiklet ile gideyim" dedim amma bir baktım ki....


Aynen öyle... Sanırım bana artık bir iç lastik zamanı gözüktü, yoksa bu lastik ile miller kat etmek mümkün olmayacak...

Bu arada nazar değmiş olan bisikletimd e aynen burada.. Schwinn High Timber, orta kalite bir dağ bsisikleti. Fazla test etme imkanım olmadı, şahsen bisikleti sürdüğümden çok ittim neredeyse :) (o kadar değil tabiki)

Hele bir adam gibi halledeyim de lastiği, ondan sonra okula direk bisiklet ile gitme ve gelme dönemlerım başlayacak. 

Aradan Bir Ay Geçmişken...

Evet Houston'a taşınalı bir aydan fazla zaman oldu. İşten ayrılalı da neredeyse iki ay. Bugün, bir pazar öğleden sonrasında, Belçikalı bir arkadaşımızın barbekü temalı doğum gününde birçok ülkeden insanla sağdan soldan, ondan bundan ve öte beri hakkında muhabbet ederken aslında ne kadar az zamanda ne kadar çok şeyin değiştiğini fark ettim.
  • Şu anda bir doktora öğrencisiyim, pazartesi sabahı saat 8'de kart okutmam gerekmiyor. Ama bu akşam deli gibi çalışarak doktora süremi azaltmak ve kendimi mümkün mertebe her türlü yatırımı yapmak benim elimde. 
  • Çalıştığım süre boyunca biriktirdiğim bütün parayı yavaş yavaş ve kıtır kıtır yemekle beraber (aslında ailemden yardım almadım desen yalan olur :) ), burada yaptığım bazı şeyleri Türkiye'de para versem yapamazdım. Bakınız:
    • Günde en az 3 saat İngilizce konuşmak.
    • Günün büyük çoğunluğunda birçok ulustan gelen insanlarla öyle ya da böyle muhabbet etmek. 
    • Pekçok farklı ulusun yemeğini ucuza tatmak
    • Ucuza benzin almak (eskiden rafineride çalışmama rağmen)
    • Koca koca Amerikan arabalarını, tüketimini fazla düşünmeden satın alabilmek (eh çünkü hala araba almadım)
    • Amerika'da yaşamak.
  • Çok iyi dostlarımdan çok ama çok uzaklaştım. Çoğu ile hala bir şekilde konuşuyorum. Ailem ile artık büyük ihtimal yılda 2-3 kere görüşebileceğim. O da toplamda 1 aydan az olacak. Ama burada tanıştığım insanları ve kendimi içine isteyerek soktuğum yeniliği heralde Türkiye'de kalsaydım bulamazdım.
  • Hayatımda yürümek yer kaybederken, araba ve bisiklet daha geniş yer kazanmaya başladı. Houston'da mesafeler daha uzun olduğu için yürüyerek bir yere varmak eninde sonunda rafa kalkıyor.
  • Gün içinde iki ayrı mevsimi hala yaşayabiliyoruz: ofisler hep çok soğuk, dışarısı hala sıcak.
  • Eskiden hafta sonu yelkene gidebiliyordum, şimdi çok kolay değil. Onu bırak, 4 haftadır ilk defa dün denizi gördüm.
Evey hayatım değişti. Şu an itibari ile geri dönmeyi planlamadığıma göre heralde geldiğim yerden ve hayatımın gidişatından, gelmemiş olsaydım yaşayacağım geleceğe göre daha memnunum. İnsan kendini zorladığı sürece gelişiyor ve ben de tekrar yeni bir şey yaşamanın getirdiği heyecanı, zorluğu, mutluluğu ve stresi yaşıyorum. Şimdilik pişman mıyım? Hayır. Değişmesi gereken şeyler var mı? Kesinlikle.

12 Eylül 2012 Çarşamba

Eğer karma varsa kesin piyango bana çıkacak...

Dün akşam eve geldiğimde fark ettim ki başıma gelenlerin haddi hesabı kalmamış.

Bu hafta üniversiteye, özellikle mühendislik fakültesine birçok firma, tanıtım amacıyla geliyor. Bu tanıtımlara giderken, biraz düzgün gözükmekte fayda var. Ben de birkaç tanıtıma katılmayı planlarken bir anda kendimi "Yarın ne giyeceğim" stresi içerisinde buldum ancak benim için firmalar ile tanışmak yüksek önem taşımadığından, kot üstüne pola t-shirt ile yola çıktım.

Bu aralar okula giderken, bisiklet ile otobüs durağına gidip, bisikleti otobüsün bisiklet taşıyıcısına yükleyip, sonra bisikletle fakültenin önüne geliyorum. İşte yolculuğumun bu son kısmında girdiğim su birikintisinden sıçrayan çamurlar, günümün ilk tersliği oldu.

Neyse canım, bir şey olmaz deyip sabahki derse girdim. Evden çıkmadan önce filtre kahve yapıp, yeni termosuma koymuştum. Onun da maşallahı var, abartmıyorum 4-5 saat sıcak tutuyor. Kahveden aldığım ilk yudumla ağzımın burnumun yanması ve kahvenin yarısının üstüme dökülmesi bir oldu. Haydaaa. Rezil remberek ve mutsuz dersi bitirdikten sonra araştırma görevlilerine ayrılmış olan ofisime geldim. Üstüme geçirdiğim uzun kollu bluzum ile durum biraz düzelmiş oldu, ama tamamlanmadı.

Üstüme bir şeylerin dökülme faslını bitirip, biraz ders çalışıp sonra yemeğe de gittikten sonra yaklaşan matematik dersi için yaptığım ödevimi aramaya koyuldum. Ödevi geçen hafta bitirdim ama ara allah ara yok. Herade evde unuttum diye düşündüm. Derste hoca ile konuştum. O da "yarın getir ama garanti veremem" diyor. Yahu Allah aşkına, hani araştırma projem olsa neyse de matematik ödevi için de üzülmem ama terslik işte.

Dersten sonra ilk firmanın tanıtımına gideyim dedim. İki firma tanıtımı var, biri 6-8 arası, diğeri 7-8. Benim planım ilkine gidip, 7'de çıkıp, diğerine gitmek. İlk tanıtıma gittim, saat 6.45 civarı güzel güzel ayrılmayı planlıyordum ki bir başka konuşmacı çıktı, adam abartmıyorum alakasız konuda 45 dakika konuştu. Sınıf da küçük, kaçamyorsun da.. Neyse, bu firma turbo machinery diye kendimi telkin edip, diğer firmaya gitmeyip bisikletimi almak üzere ofise geri yollandım.

Ofisten bisikletimi aldıktan sonra tam durağa geldiğimde baktım ki benim otobüs kaçtı kaçıyor. El salla mel salla, yok durmadı. 30 dakka sonra diğer otobüs gelecek, 30 dakka da otobüsle gideceğim.. Bari ben bisikletle gideyim eve dedim. (Yaklaşık 5.5 mil)

Bisiklet rotam, otobüs rotasından farklı, çünkü otobüs en berbat mahallelerin içinden geçiyor. Bense otobüs hattından uzaklaşıp Bayou nehri kenarına çıkıp oradan dümdüz gelecektim. Bir süre gittikten sonra bir baktım pantalon paçam zincire deyiyor. Bir kısmını çorabıma sıkıştırayım diye kenara çekerken bir anda pıss diye hava sesi gelmeye başladı: arka lastik batlarrrr.

Patlak lastikli bisikleti, otobüs durağına kadar 1.5 mil ittikten sonra aslında hala sinirli değildi. (Saat olmuş 9).. Sakin sakin otobüs bekledim, Sena'lara gittim. Eve geldiğimdeki helak durumumla matematik ödevimi ararken onu da bulamayınca artık sinirim bozuldu. O hal ile sen en baştan ödev yap...

Bu kadar terliğin arkasından eğer varsa karma ile kesin süper bir şey çıkacak. Bekliyorum.. Bak mesela şu anda ofisim süper buz gibi değil. Birileri insafa gelmiş sanırım. Devamını da bekliyorum...

8 Eylül 2012 Cumartesi

Godforsaken Sea - Derek Lundy

Bundan böyle okuduğum kitaplar hakkında en azından üç beş cümle birşeyler yazacağım. Uzun zaman önce okuduğum kitapları artık okuyup okumadığımı bile hatırlamıyorum. Öyle ya da böyle kocaman bir kitap yazmış olan yazara sanırım en azından bu kadarını borçluyum. İşte bu yazıların ilki...



Derek Lundy, "Godforsaken Sea" adlı kitabında 1996-1997 Vendee Globe yarışında, dünyanın etrafını hiç durmadan ve yardım almadan, tek başına ve 18 metre uzunluğundaki teknelerle dolaşan yalnız yelkencilerin başından geçenleri anlatıyor. Yarışçıların geçmişini, yarışa hazırlıklarını, sponsor arayışlarını, ailelerinden ayrılışlarını ve yarışın zorluklarını etkileyici ve zaman zaman ürkütücü bir dille ele alıyor.

Vendee Globe yarışının kuralları aslında çok basit:
  • Fransa'nın les Sables-d’Olonne şehrinden başla 
  • 40 derece Güney paraleline kadar in ve doğuya dönerek Umut Burnu, Avusturalya ve Amerika'nın en doğu ucu ve en acımasız toprak parçası olan Horn Burnu'nu solunda bırak 
  • Bu sırada hiçbir yerde durma, kimseden yardım alma 
  • Güney Okyanusu'ndan sağ salim çık 
  • 60 feet uzunluğundaki tekneni güvenlik ve uzunluk sınırları içerisinde tut

Yarışın kuralları aslında bu kadar basit, ama basit olduğu kadar acımasız. 120 güne yakın bir süre boyunca, dünyanın en acımasız sularında, belki de dinyanın en uzak köşelerinde yeleken yapmak ve bitmek bilmeyen sıkıntılarla uğraşmak herkesin harcı değil. Tabi bunu yapmak için gereken parayı sağlayacak sponsoru bulmak da.

Yarışın en zorlu kısmı Güney Okyanusu kısmı. Güney Okyanusu'nun 50. paralelinin güneyi ve Avusturalya ve Cape Horn arasında bulunan bölge, insanoğlunun benliğini ve teknolojisini kolayca götüremediği, başına bir şey geldiği zaman da yardımın gelmesini bekleyemeyeceği sınırlı alanlardan biri. Rüzgarın hızı 40 knot'a düştüğünde hava bitti diyebileceğiniz, 25-30 knot hızla ilerleyen teknenize bir şey olmaması için dua edip günde 3 saat uykuya şükredebileceğiniz bir ortam. 20 metre yüksekliğindeki dalgalar da cabası.


Lundy, Vendee Globe yarışından dönenler ve dönemeyip okyanusun derinliklerine karışanların yakınları ile yaptığı röportajlarından derlediği kitabında, bu denizcilerin çektikleri sonsuz zorlukları anlatırken onların da aslında birer insan olduklarını önüme koydu. Dili o kadar etkileyici ki kitabı okurken kendimi deli gibi çalkalanan bir teknenin içinde, kulağımda rüzgar sesini duyar gibi oluyordum.


Kitap, genellikle yelken yapanlara hitap ettiği gibi yelken ile ilgisi olmayanların da anlayabileceği kadar sade ve açıklayıcı. Dünyanın en acımasız denizlerine yelken açan denizcileri biraz tanıyabilmek isteyen kişilerin okuması gereken bu kitabı, insanın sınırlarını görmek isteyen kişiler de gözden geçirmeli.

Bu kitaptan yola çıkarak ikinci okuğum kitap ise benzer rotayı ilk defa tamamlamış ve hiç durmadan tek başına dünyanın etrafında dolaşmış ilk kişi olan Sir. Robin John-Knoxton'un yazdığı "A World of My Own". Bitirince onun için de küçük bir özet geçeceğim.