Son gun, fazla panik olmamak icin otele yakin yerlerde dolasmaya karar vermistik ve hazirligimizi da buna gore yaptik. Yaklasik 8.30 gibi odadan ciktiktan sonra karnimizi doyurmamiz gerekiyordu. ama once sherin en yamru yumru sokagini gormeye karar verdik. Gercekten yamru yumru, abartmiyorum. Bu sokakta hiz siniri 5 mil, ama daha hizli gitmenizin zaten imkani yok, katli otopark cikislarindan daha sert donuslerden olusan bir yokus. Yol aralari da ciceklerle kapli. Herkes fotograf cekiyor, tahmin edilecegi uzere turistlerin ilgi odagi. Ama insanlar bu yokusta yasiyor da, karda kista ne yapiyorlar merak ediyorum. Oradayken gozumuze bir cafe kestirdik ve kahvalti etmeye karar verdik. Ben orada kahvalti burritosu yedim, Sena ise baconlu bagel. O sanirim pek begenmedi, uzerine bir de waffle paylastik. Genelde waffle sevemeyen biri olarak begendigimi soyleyebilirim. Bir de kahve cok iyi geldi.
Kahvaltinin verdigi agirliktan sonra Coit Tower dene kuleye cikmaya karar verdik. Bu kule sehrin kuzey batisinda kaliyor, yaklasik 30 dakika yuruyup bir tuvalet molasi verdikten sonra oraya ulastik ve tepeye ciktik. Bu kule yanginlari takip etmek icin yapilmis sanirim(salliyor olabilirim) ama simdi turistik amacla kullaniliyor. Butun sehri 360 derece gorebiliyorsunuz. Kuleye asansor ile cikiliyor, Allah'tan kalabalik degil, yoksa hem uzun bir kuruk olurdu hem de minicik kule tipis tipis olacakti. Ay aman..
Bir sonraki duragimiz Cin Mahallesi idi. Buraya da yuruyerek gidebilecektik. Cin mahallesi bizim Eminonu'nun Cin versiyonun Amerika'da olani diyebilirim, en azindan o izlenimi yaratti bende. Cinlilerden ve tursitlerden baska insan sayisi az. Her yerde Cin mali satan dukkanlar ve Cin lokantalari var. Gelir seviyesi daha dusuk ve sokaklar daha kalabalik. Sokaklar gene de genis olsa da hemen anliyorsunuz Cin mahllesine geldiginizi her yere asili renkli renkli tabelalar ile. Burada bir restorana girip Dim Sum denen kucuk aperatiflerden denedik, ben sahsen begenmedim. Bir de fortune cookie yani fal kurabiyesi fabrikasina gittik. Boyle bir kadincagiz oturmus bir mainanin basina, ayni rutinle kurabiyelerin icine onceden kesilmis yamuk kagitlari tikiveriyor. O gorunutuyu gorunce fal kurabiyesinin icimde yarattigi mistik hava yok oldu. Artik oyle mucizeler beklemiyorum.
Cin mahallesinde biraz daha dolastiktan sonra sehire geri donduk. Zaten artik saat de yavas yavas gitme vaktini gosterecekti, aslinda daha vardi ama biz sehirden kopmaya baslamis, artik nasil gidecegimizi, ne zaman gitmemiz gerektigini hesaplar olmustuk.
Cin mahallesinden ciktiktan sonra Ferry Building denen bir binaya gittik. Eskiden beri buradan feribotlar kalkiyormus ve adi bu sekilde gecer olmus, oyle bizimki gibi ic karartan bir mizaca sahip degil. Icinde guzel guzel balik restoranlari ve dukkanlar bulunuyor. Biraz okyanus kiyisinda durduktan sonra gozumuze kestirdigimiz ucuz bir balik lokantasinda Sena balik ekmek(sandvic ekmegi arasinda kedi baligi) ben de en sonunda midye yiyebildim. Bu deniz midyesi bizimkilere benziyor, ama icinde pilav yok, midyeleri sarap ve tereyaginda haslamislar. Fazla tuzlu olmasi haricinde inanilmaz guzeldi, neredeyse 5 porsiyon yiyebilirdim ama bobreklerimi tehdit ettigi icin yapamadim. Birer bira ictikten sonra oradan da kalktik ve kullanmadigimiz tek ulasim araci olan street car'a bindik. Bu arac ise bilgimiz tramvay, ama daha hizli ve daha sessiz gidiyor. Belli duraklarda duruyor.
Hani gidelim, gormus olalim diye City Hall'a gittik, ama artik soguga dayanamaz olmustuk ikimiz de. O yuzden hemen 4 tane fotograf cekip geri donduk, otele kostuk. Gitme zamani da yaklasiyordu. Otelde biraz daha kalin giyindikten sonra biraz alisveris yapmaya karar verdik. Yakindaki bana gore EycEnEm'e, Sena'ya gore HaunMa'ya yani H&M'e gittik ve 3 gundur usumemize ragmen, beni sicacik bri yere donuyor olmama ragmen mont aldik (New York icin yatirim). Neden daha once almadik bilemedik, kendimize aptal dedik.
Tam montlarimizi almisken, bir baktik benim fotograf makinem yok. 5 saniye boyunca "Hay aptal kafam sapsal beynim" diye dusundukten sonra bir iz takip calismasi yaptik, ben EycEnEm'deki teyzeye 10 tane adres ve telefon numarasi birakirken Sena da otele gitti. Orada buldu tabi, lobby'de unutmusum meger. Tekrar otelden ciktik ve cikolata, buzdolabi miknatisi gibi son alisverislerimizi yapip cantalarimizi kapip havaalanin yolunu tuttuk.
Havaalanina benim ucagima gore gelmek zorunda kaldik, benim ucagim Sena'ninkinden bir saat onceydi. Espirilerimizin altinda ufak bir gerginlik ve uzunutu sezilir hale gelmisti. Once benim check-in mi sonra Sena'ninkini yaptik, ayri terminallerde oldugumuz icin farkli yerlerde bekleyecektik. Son kez birbirmize bakmamaya karar verdik ve gule gule deyip, biraz gozyasi dokup ayrildik. He sonra gene havaalaninda bir saat telefonda konustuk, ama gene de biraz uzulmedik degil.
Ucaga bindigimde hayatimin en salak kararlarindan birini aldigimi fark ettim. Ucakta oturacagim koltugu secerken ne akla hizmetse en arka en kose koltugu almistim, ilkokula giden zeki cocugum ya ondan iste. Resmen motorun icine konmus kucuk bir konserve kutusuna sikistirilmis sekilde igrenc bir yolculuk gecirdim. He uyudum gene, o ayri, ama cok rahatsizdi.
Guzel anilarla gecirdigim hafta sonunu bir burukluk ile geride biraktim, ama San Francisco gercekten gorulmeye deger bir sehir. Sena fotograflari gonderince onlari da ekleyecegim. Kendinize iyi bakin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder